“Allah kimin hakkında hayır murâd ederse onu dinde fakih kılar.”
Hiç İslâm Hukuku nedir diye yazanınız, bunun hakkında kitap karıştıranınız, sohbet dinleyeniniz var mıdır bilmem. Eğer varsa yukarıdaki hadis-i şerife aşina olması muhtemel. Peki dinde “fakih olmak” ne demektir ?
Burada hafif bir Arapça bilgisi, bahsi geçen hadisi anlamamızda bize çok yardımcı olacak ve fakih olmanın dinde engin anlayış, tam ve ince bir kavrayış sahibi kişi olmak anlamına geldiğini kulağımıza fısıldayacak, hatta “fıkıh” kelimesiyle aynı kökten olduğunu da söyleyecektir biraz sonra.
“Peki, fıkıh nedir?” diye sorduğumuzda ise bir farkla, en başta modern ve Türkçeleştirerek söylediğimiz İslâm Hukuku’nu karşımızda bulacağız. Bir farktan kastımız ise İslâm Hukuku teriminin fıkha göre daha nisbî olarak kullanılması olacaktır. Öyleyse fıkıh da ‘bir şeyin derinine dalmak, görünmeyen tarafını görmek, tahlil etmek’ manalarına gelecek ve yine Arapça’daki “fehm” (anlamak) kelimesiyle olan eş anlamlılığını bize gösterecektir.
Sadece zahir olanı değil Allah’ın bize anlatmak istediklerini de anlama kabiliyeti olarak adlandırdığımız fıkhın ıstılahtaki tarifi ise şöyledir: “Tafsili delillerden elde edilen şer’i ameli hükümleri bildiren ilimdir.” Hiç meraka mahal vermeden, cümlede anlaşılmayan kelimeleri açıklayıp fıkhın ilim olarak ne anlama geldiğini de böylece kavramış olalım.
Fıkıhta hüküm konulması için bir kaynağa ihtiyacımız olacak ve bu kaynak ilk olarak İslâm’a göre otoritenin mutlak kaynağı olan Allah’ın gönderdiği Kitap ve yine O’nun göndermiş olduğu Peygamber’in (sallalallahu aleyhi vesellem) söz, fiil ve takririnden (onaylamak) ibaret olacaktır. Şer’î delil dediğimizde hüküm çıkarılan ana kaynaklar yani Kur’an-ı Kerim ve sünnet anlaşılacaktır.
Tafsili delili ise Kur’andan bir örnekle açıklamak daha uygun olur. “Allah alışverişi helal, ribayı haram kılmıştır.” ayetinde riba yani faize haram hükmünün konulmasının delili bizzat Kur’an’dan ayet olarak karşımıza çıkar. İşte tafsili delil derken de, bize direkt belli bir konuyla ilgili hüküm bildiren deliller kast edilmektedir. Ebû Hanife bütün ilimleri içine alacak şekilde fıkhı şöyle tarif eder: “Fıkıh, bir insanın lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesine denir.” İnsanın lehine olan şeylerden kasıt, kişinin kendi hakları; yani var olma, yaşama, mülkiyet hakkı gibi haklardır. Aleyhinde olan şeyler ise sorumluluklarıdır. İnsanın Rabbine, kendine ve karşısındaki insanlara karşı olan sorumluluklarını da bu gruba katabiliriz. Bu tanım ilmi açıdan ihtisaslaşma başlamadan önce, yani akaid, kelam, fıkıh ayrı ayrı dallara ayrılmadan önce yapılmış olup, böyle bir ayrılma meydana geldiğinde önceki tanım şöyle tashih edilmişti: “Fıkıh: Kişinin şer’i ameli açıdan leh ve aleyhinde şeyleri bilmesidir.”
Mecelle’nin 1. maddesinde de Ebû Hanife’nin (r.a.) tarifi esas alınarak “İlm-i fıkıh, mesail-i şer’iyye-i ameliyeyi bilmektir.” (Fıkıh ilmi, ameli şer’i meseleleri bilmektir.) şeklinde tanımlanmıştır. İmam Şâfiî (r.a.) de fıkhı “Dinin ameli hükümlerini, muayyen delil ve kaynaklarından alarak elde edilen bilgidir.” diye tarif etmiştir. Bu tariflerde fıkhın içine “ibâdât(ibadetler), muâmelât, ukûbât(cezalar)” girmektedir. Buna göre müctehidleri arı, her ilim dalını da farklı bir çiçek kabul edersek, işte fıkıh ilmi müctehidlerin, ilimler ışığında ortaya çıkardığı bir bal, bir öz olur diyebiliriz.
Fıkhı, Hanefî mezhebine göre inceleyeceğimizden yukarıda da bahsetmiştik. Aldığımız fıkıh tanımlarından sonra kısaca Ebû Hanife’nin kim olduğunu, nasıl bir usûlünün olduğunu ve Hanefî mezhebinin fıkıh kaynaklarının neler olduğunu almak doğru olacaktır.
Ebû Hanife (r.a.)
Tam ismi Nûman bin Sabit bin Zûta‘dır. Hicri 80 yılında Kûfe’de doğmuş, Hammad bin Ebi Süleyman’dan fıkıh ilmi almıştır. Abdullah bin Ömer’in kölesi Nafi ve Atâ bin Ebi Rebah gibi tabiin ulemasından hadis dinlemiştir.
Ebû Hanife, Kûfe’de elbise ticaretiyle iştigal ederdi, dürüst davranışları, hile ve rekabetten nefret etmesi, güzel yüzü, tatlı sohbeti ve yardımseverliği ile meşhurdu. Sesi güzel, konuşması tatlı idi. Az konuşur fakat fıkıhtan sorulunca sel gibi coşardı.¹
Hocası Hammad’ın vefatında Ebû Hanife Hazretleri 40 yaşlarında idi. Onun kürsüsüne çıkıp ders vermeye başladı. Dersleri münazara şeklinde olur, ortaya atılan konu tartışılır, herkesin fikri alınır, en son Ebû Hanife kendi fikrini söylerdi. Bu müzakereler ilmi arttırır ve dimağı genişletirdi. Ebû Hanife’nin (r.a.) yetiştirdiği talebelerden Ebû Yusuf, İmam Muhammed, Züfer, Hasen bin Ziyad gibi ictihad edebilecek seviyeye yükselenler vardır.
Usûlü
Ebû Hanife Hazretleri ictihad ederkenki usûlünü bizzat şöyle açıklamıştır: “Rasûlullah’tan gelen baş üstüne, sahabeden gelenleri seçer birini tercih ederiz. Fakat toptan terk etmeyiz, bunlardan başkalarına ait olan hüküm ve ictihadlara gelince biz de onlar gibi ilim adamlarıyız.”
“Allah’ın kitabındakini alır kabul ederim. Onda bulamazsam Rasûlullah’ın (s.a.v.), mutemed alimlerce malum, meşhur sünnetiyle amel ederim. Onda da bulamazsam ashabından dilediğim kimsenin re’yini alırım. Fakat iş; İbrahim, Şa’bi, Hasan Basrî ve Atâ’ya gelince ben de onlar gibi ictihad ederim.”
Yukarıdaki açıklamadan anlıyoruz ki Ebû Hanife (r.a.) meselelerin hükmünü sırayla ‘Kitap, sünnet, sahabe kavli(sözü) ve re’y (kıyas ve istihsan)’ ictihadına dayanarak elde etmektedir.
Hanefî Mezhebinin Fıkıh Kaynakları
Ebû Hanife’nin (r.a.) fıkhî görüşleri öğrencileri tarafından tedvin edilmiş, böylece fıkıh, kaideleri olan bir ilim şeklini kazanmıştır. Hanefî mezhebini devlet adamı nezdinde kitlelere yayan Ebû Yusuf’tur. Mezhebin meselelerini toplayan, yazan ve kitap haline getiren ise İmam Muhammed’tir.
Hanefîlerin kaynaklarını üç grupta toplamak mümkündür.
1- Zahiru’r Rivaye
İmam Muhammed; Ebû Hanife’nin, İmam Ebû Yusuf’un ve kendisinin görüşlerini şu altı kitapta toplamıştır.
- El-Mebsut
- El Câmiu’s Sağir
- El Câmiu’l Kebir
- Es-Siyeru’s Sağir
- Es-Siyeru’l Kebir
- Ez-Ziyadat
2- Nevadir Kitapları
Zikredeceğimiz kitaplara “nevadir” denmesinin sebebi, diğer altı kitapta olduğu gibi kat’i ve zahir bir rivayetle nakledilmemiş olmalarıdır, ancak yine Ebû Hanife, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’in sözlerini toplayan kitaplardır.
- Ziyadetü’z Ziyadat
- Keysaniyyat
- Haruniyyat
- Rakıyyat
- Curcaniyyat
3- Vâkıât
Hükümleri aslında Hanefî mezhebinde açıklanmayıp sonradan Hanefî fakihleri tarafından ictihadla verilen meselelere denir. Bunlar ortaya çıkan yeni meseleler hakkında verilen hükümlerdir, “fetva” da denilir.
***
Tarihte İslâm ümmetinin adaletini dillere destan eden fıkıh hakkında ufak da olsa bir algı oluşturmak için bir giriş mahiyetinde bu yazıyla silsilemize başlamış olduk. Allah nasip ederse diğer yazılarımızda şahıs, evlenme, miras gibi hukuk alanlarını tafsilatlı olarak incelemeyi istiyoruz. İstiyoruz ki Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Medine’ye hicretinden vefatına kadar geçen on yıl gibi çok kısa bir süre içinde tamamlanmış, kaynakları, esasları ve prensipleri bakımından eksiksiz olarak ümmete teslim edilmiş, ictihad yoluyla geliştirilmesi ve değişen hayata intibakının sağlanması onlardan istenmiş olan sistemi, en ince ayrıntısına kadar anlayıp anlatabilelim. İstiyoruz ki ilk kanunlaştırma hareketleri başladığında Birinci Napolyon gibi bazı devlet başkanlarının yararlandığı, iktibaslarda bulundukları İslâm Hukuku’nun mahiyetini azar azar da olsa kavrayıp, eleştirilere kulaktan dolma değil de ilmî bilgilerle cevap verebilelim.
Sizin de çağımız hukuk sistemi ile İslâm Hukuku konularından merak ettiğiniz, araştırıp bulamadığınız meseleler, şunun hakkında da bir yazı olsa dediğiniz güncel konular varsa bana iletmenizi isteyerek yazıma burada son vereceğim.
Velhamdulillahirabbilalemin.