GERÇEK HİKÂYENİN MEMBAI AYNE’L-HAYAT
İçerisinde bulunduğumuz asır, bizlere model bir hayat sunarak o yönde yaşamamızı salık verir. Tüketmek konusunda, rekabet hususunda, çalışmayı özendirmesinin alt metninde hep belli başlı kalıpları vardır. Pragmatizmi, çıkarcılığı, menfaat odaklı olmayı yüceltir temelde. Çünkü “ekonomik insan” denen mahlûka göre “insan insanın kurdudur” ve kıt kaynaklarla sonsuz arzuları tatminin yolu, rakibi boğazlamaktan, ayağını kaydırmaktan, hayat denen oyunda onu diskalifiye etmekten geçer. Dokunulacaksa bir şekilde birilerinin hayatına, bu mutlaka ele avuca gelir bir netice doğurmalıdır. Başarmanın yolu budur, sivrilmenin, toplumda saygı görmenin… Tam bu noktada Emre Baştuğ’un Mostar Yayınları’ndan çıkan “Ayne’l Hayat” adlı kitabı, yukarıda çizdiğim tablonun tam tersine, insaniyetin manevî derinliğine, her bir beşerin ayrı bir değer ve dünya olduğu gerçeğine değişik misallerle dikkat çekiyor.
İnsanlar ve Hayatlar
Kitap, adı gibi “hayatın ta kendisi” şeklinde nitelendirilebilecek yıllar boyu biriktirilmiş nice öykünün bir araya getirilmesiyle oluşmuş. Üç yıl boyunca Mostar Dergisi’nde Ayne’l Hayat bölümünde yayımlanmış yazılardan oluşan eser, bir çocuğun kavramlar dünyasında savaşın ne manaya geldiğini, Rize’den İstanbul’a, oradan da Amerika’ya uzanan bir yolculuğun uzun seyrini, edebiyatla gönlü çelinen bir delikanlının tatlı hikâyesini, bir zamanlar Patricia olan Hatice’nin ibretamiz ihtidasını ve daha nicelerini samimi bir muhabbet havasında aktarıyor. Okuyucuyu, musiki tadında bir ömre tanık olmak için Razif Abdülaziz’in öyküsüne kulak vermeye, Şükrü’nün nezdinde mürşit sözünün ehemmiyetini tefekküre ve Bosna’dan mülteci kamplarına Alma Begiç’in hikâyesini dinlemeye davet ediyor. İyi de bunu neden yapıyor? Cevabı, yazarın, yaşanmış bir takım hikâyeleri sadece nakletmek niyetinde olmadığının açık bir kanıtı: “İçinde yaşadığımız kalabalık kentlerde kendi keşmekeşliğimizden kurtulamıyoruz. Yanı başımızda savaş mağduru Bosnalı bir adam yürüyor ve farkında değiliz. Önünden geçtiğimiz ve hep göz ucuyla baktığımız Suriyeli veya Filistinli çocuklar, bizlere gerçek hikâyenin membaını sunuyor.”
Ömrün Hakikatine Doğru
Ta kadim zamanlardan bu günlere, ekranlar ve reklamlar aracılığıyla bilinçaltlarına süslü, devasa görsellerin kazınmaya çalışıldığı günümüze kadar insanoğluna tecrübenin her türlüsünü sunmuş şu dâr-ı dünyada en temel hakikat, kuşkusuz ölümdür. Bunu, şunun için söylüyorum: “Ayne’l Hayat” bir kumaş olsaydı şayet, bunun alt dokusu, muhakkak ölüm mefhumu olurdu. Tüm beşerî varlığı, eninde sonunda yutuverecek olan bu en sırlı, gizemli, aşılamaz olgu, aynı zamanda sıradan ve doğal seyrinde ilerleyen bir gerçeklik… Bir dergiye verdiği röportajda Emre Baştuğ, “Son cümleniz olduğunu bilseniz, yazacağınız cümle ne olurdu?” sorusuna, “Ölümün hakikatinin en güzel cümle olduğuna inanıyorum.” şeklinde cevap vermiş. Bence yazar, kitabında anlattığı öykülerle, meselenin biraz da bu boyutuna dikkat çekmeye çalışmış. Demem o ki Baştuğ, sıradan insanların hayatlarının, gerçek hikâyenin membaı olduğu fikrini kendi içinde başarılı bir şekilde temellendirmiş. Tıpkı mananın hakikatinin ölümde düğümlendiği, ancak bununla birlikte ölümün, sıradan bir olgu olduğu gerçeğindeki gibi… Kanımca eserin en büyük başarısı da bu. “Ayne’l Hayat”, hikâyeleriyle bizleri, ömrün hakikatine dokunmaya davet ediyor.
Cüneyt DAL