İnsan, bir kâinat numunesidir. Nasıl ki kâinat anâsır-ı erbaadan (dört unsur: hava, su, toprak, ateş) meydana gelmiştir, insan da işte buna benzer olarak ahlât-ı erbaadan (dört hılt: kan, balgam, safra, sevda) teşekkül eder. Ahlât-ı erbaa nedir, ne değildir, buna bakalım biraz..
Kadim tıpta hekimler, insanda ahlât-ı erbaa denilen dört sıvının varlığına kanaat ederler. Sıhhatin devamı bu dört sıvının dengede kalması şartına bağlıdır ve dengenin herhangi bir sıvının lehine yahut aleyhine bozulması durumunda ise maraz yani hastalık ortaya çıkar. Çünkü hayatta daima muvazene esastır.
[Kan, balgam, safra ve sevda isimleriyle anılan bu sıvılara neden ‘Ahlât-ı Erbaa’ denmiştir peki? Ahlât ‘hılt’ kelimesinin çoğulu. Hılt da ‘karışan’ manasına geliyor. Bu sıvılar insan vücudunda, birbiri içinde karışmak suretiyle metabolizmaya sebep oldukları için ‘hılt’ diye anılmaya müstahak olmuşlar.]
Hepimizin felsefe derslerinden birazcık hatırlayacağı üzere hava, su, toprak ve ateş yani anâsır-ı erbaa, dört farklı nitelikle değerlendirilir. Bunlar soğuk, sıcak, kuru ve nemlidir. Mesela su soğuk ve nemli iken, ateş sıcak ve kurudur. Tıpkı bu dört unsur gibi ahlât-ı erbaa da aynı sıfatlarla ele alınır. Yani balgam soğuk ve nemli iken, safra kuru ve sıcak karakterlidir. Nitekim tedavi de hıltların bu özellikleri baz alınarak yapılır. Mesela bir insanda safranın artması harareti artıracağından, tedavi soğutucu nitelikte olmalıdır. Kadim tıpta ise tedavi genellikle diyetetikle yani beslenmeyle sağlandığı için bu hastanın serdî (soğutucu) gıdalar tüketmesi ve germî (ısıtıcı) gıdalardan perhiz etmesi istenir. (Burada soğutucu ve ısıtıcı kelimeleri yiyeceklerin kalori değeri değil, vücut metabolizmasında meydana getirdikleri değişiklikler baz alınarak kullanılmıştır.)
İbn-i Sina’nın bildirdiği soğutucu ve ısıtıcı gıdalara da birkaç örnek verirsek: Kuzu eti, karaciğer, koyun sütü,soğan, patlıcan, kuru meyveler, şeftali, susam yağı, mısır yağı, siyah çay, kahve germî (ısıtıcı); sığır eti, inek sütü, keçi sütü, ıspanak, domates, kavun, karpuz, incir, nar, dere otu, ayçiçeği yağı, yeşil çay da serdî (soğutucu) gıdalardır.
Pekâlâ bu hıltlar sadece kuruluk, nemlilik, soğukluk ve sıcaklık yönünden mi ayrışıyor? Hayır. Hıltların her biri aynı zamanda belli bir organa, mevsime, renge, tada, vakte, burca, karaktere ve hatta musiki makamına tekabül ediyor. Mesela balgamın esas organı beyin, mevsimi kış, rengi beyaz, tadı tuzlu, vakti akşam, karakteri soğukkanlı, burçları balık, kova, oğlak ve musiki makamları hüseynî, uşşak ve nevrûzdur. Buna bağlı olarak “Kış aylarında balgamın artmasından doğan hastalıklar daha fazla görülür.” ve “Balgam salgısı daha fazla olan ‘balgamî’ karakterli insanlar soğukkanlı olmaya daha yatkındır.” gibi neticelere erişiriz. Hastanın demevî (kan), balgamî (balgam), safrevî (safra) veya sevdavî (sevda) karakterlerinden hangisine daha yakın bir fizyolojisinin olduğu hekim tarafından bilinirse tedavi daha başarılı olur.
Dört Unsur | Hava | Ateş | Toprak | Su | |
Dört Hılt (sıvı) | Kan | Sarı safra | Kara safra | Balgam | |
Organı | Kalp-Akciğer | Karaciğer-Öd | Dalak-Mide | Beyin | |
Mevsimi | İlkbahar | Yaz | Sonbahar | Kış | |
Yaş dönemi | Çocukluk | Gençlik | Erişkinlik | İhtiyarlık | |
Fiziksel özelliği | Nemli-Sıcak | Kuru-Sıcak | Kuru-Soğuk | Nemli-Soğuk | |
Rengi | Kırmızı | Sarı | Siyah | Beyaz | |
Tadı | Tatlı | Acı | Ekşi | Tuzlu | |
Zamanı | Sabah | Öğle | İkindi | Akşam | |
Karakteri | Sıcakkanlı | Öfkeli | İçine kapanık | Soğukkanlı | |
Burcu | İkizler-Boğa-Koç | Başak-Aslan-Yengeç | Terazi-Akrep-Yay | Balık-Kova-Oğlak | |
Musiki makâmı | Şehnâz-Isfahân-Nevâ | Rast- Hicaz -Büzürk | Irak- Bûselik- Zengûle | Hüseynî- Uşşâk- Nevrûz | |
Tedavisi | Kuru, Sıcak İlaçlar | Nemli, Soğuk ilaçlar | Nemli, Sıcak İlaçlar | Kuru, Sıcak İlaçlar |
İbn-i Sina’nın ahlât-ı erbaa ve mizaçlar arasında kurduğu ilişkiyi de şu tablo özetleyebilir:
İbn-i Sina’nın dört unsur ve mizaç teorisi | ||||
Olgular | Sıcak | Soğuk | Nemli | Kuru |
Marazi haller | İltihap/Yangı ateşe yol açar | Ateş ciddi bir unsur sorunudur. | Yorgunluk | Enerji kaybı |
İşlevsel güç | Enerji eksikliği | Hazım gücü eksikliği | Sindirim zorluğu | |
Öznel duyumlar | Acı tat, aşırı susuzluk, midede yanma | İştah kaybı | Uykululuk | Uykusuzluk |
Fiziksel işaretler | Yüksek nabız artışı, Yorgunluk | Zayıf eklemler | İshal, gözde kızarıklık, şişlik, pürüzlü cilt, bağımlılık | Pürüzlü cilt, bağımlılık |
Yiyecekler & İlaçlar | Zararlı | Faydalı | Zararlı | Faydalı |
Havayla ilişkili durumlar | Yazın daha kötü | Kışın daha kötü | Sonbaharda kötü |
Yukarda anlattıklarımızdan bir neticeye varmamız gerekirse ben, kadim tıbbın modern tıbbın yapamadığı bir şeyi yapmış olduğuna kanaat getiririm: insanı meta olarak değil, insan olarak ele almak. İnsan tek başına vücuttan yahut yalnızca fikirden meydana gelmez. İnsan ruhuyla, bedeniyle, aklıyla bir bütündür. Ve hiçbir hastalık yalnız psikolojik, yalnız fizyolojik temelli değildir. Modern tıbbın tamamen fizyolojik bozukluk olarak nitelendirdiği hastalıkları tedavi ederken dahi, hastanın tüketmesi ve perhiz etmesi gereken gıdaları söyleyip, gözünü sakınması, kulağına tattırması gereken nimetleri de bildirmiştir kadim tıp. Bu sayede çok daha etkili bir tedavi gerçekleştirmiştir.
Ahlât-ı erbaanın duygusal karakterlerle eşleşiyor olması ilk bakışta garipsenebilir. Çünkü bu somut olanı –kan, balgam, safra, sevda sıvıları- soyut olanla –melankoli, öfke, sıcakkanlılık, soğukkanlılık- bağdaştırma çabasıdır. Fakat bu yolla kadim tıp, modern tıbbın bugün savunduğu şeyi yüzyıllar önce keşfetmiş ve uygulamıştır esasında. Modern tıp, duyguların ve psikolojik olayların tamamen hormonal ve sinirsel bir kontrol altında gerçekleştiğini söyler. (Bu açıdan soyutu reddeder.) Yani hislerimiz -sevgi, nefret, öfke, heyecan, korku.. – baştan ayağa fizyolojik olaylardır. Kadim tıp da insanların ahlât-ı erbaa dengesine göre belli karakterlere yatkınlık gösterdiğini söyler. Bu, hıltların (sıvıların) denge ve fizyolojisi neticesinde duygu ve karakterlerin ortaya çıkması değil midir?
Bu kez yazımı Fuzûlî’nin Sıhhat u Maraz kitabında ahlât-ı erbaayı anlattığı efsane kısmın özetiyle bitirmek istiyorum..
“Ruh adlı temiz kişi, padişahlığı -birbirine karışarak vücuda sebep olduklarından ahlât-ı erbaa adıyla anılan- kan, safrâ, sevdâ, balgam adlı dört kardeşe verilen insanlık âlemine ayak bastığında beden adlı bir diyar görmüş, ona âşık olup evlenmiş ve sıhhat adlı bir çocuk doğmuştur.
Ruh, beden ve sıhhati yanına alıp memleketi teftişe çıktığında işlerini ümid, korku, mahabbet, adavet, ferah ve gam adlı altı memurun yaptığı gönül şehrine gelmiş, çok beğendiği ümîd, ferah ve mahabbeti yanına alıp sevmediği adavet, korku ve gamı ise kovmuş, onlar da oradan kinle ayrılmışlardır. Ruh, kan, safrâ, sevdâ ve balgamı meclisine çağırıp sevdâyı başa, safrâyı öde, kanı karaciğere, balgamı da akciğere oturtmuş, ancak daha sonra bu hıltlar sürekli şarap içip böbürlendiklerinden ruhun hatırı bozularak onları azarlamıştır. Gönül şehrinden sürülen adavet, korku ve gam ise bu fırsatı değerlendirip sıhhatin saltanatını yıkmaya and içmişlerdir”