El-Mu’izz, izzet anlamına gelen “İzz” kökünden türetilmiştir. Aziz ve şerefli kılan, yükselten anlamına gelir. El-Muzil ise zillete düşüren ve hakir duruma getiren demektir. Bu anlamıyla Mu’izz isminin karşılığı, zıttı olmaktadır. Bundan önce birlikte kullandığımız diğer isimler gibi, bu isimlerin de birlikte kullanılması konusunda fikir birliği vardır. Çünkü “Allah Muzil’dir.” deyip, öncesini ve sonrasını eksik bırakmak, Allah’ın kullarına verdiği değere gölge düşürür. Hiç şüphesiz, Allah’ın zilleti de şerefi de yalnızca kullarının terbiyesi ve ahiret hazırlığı içindir. Bir önceki yazıda Hâfıd ve Râfi isimleri hususunda bahsettiğimiz her ayrıntı bu isimler için de geçerlidir. Çünkü bu esmalar aşağı yukarı aynı anlama gelmekte, fakat Kur’an-ı Kerim’de farklı yerlerde kullanıldıkları için ayrı ayrı olarak ele alınmaktadırlar. Aynı zamanda belirtmek isterim ki, Mu’izz ve Muzil isimleri Kur’an’da isim olarak geçmez, sadece fiil olarak geçer. Bu yüzden izninizle, isimlerin kelime anlamına değil kök anlamına dikkat çekmek ve bunun üzerinden devam etmek istiyorum.
İzzet, büyüklük ve yücelik anlamı taşıyan değerli bir kelimedir. Fakat ne zaman, insan bunu kendi için kullanmaya başlar, o zaman devreye kibir girer ve bu kelime değerini yitirir. İzzeti, kibirden ayıran şey, kişinin her iyi halini, her başarılı hamlesini, her yükselişini, kısaca şöhret ve şerefini Allah’tan bilmesidir. Bu durumları, kendisinden, çevresinden, zekâsından, zenginliğinden, imkânlarından bilen insanlar, fark etmeden kibir yanılgısına düşmüşlerdir. Bu hataya düşmemek ve nefse hizmet etmemek adına her insanın, dinini iyice öğrenmesi ve imanını her fırsatta tazelemesi gerekir. Çünkü izzet ve şerefin kaynağı İslamiyet’tir, imandır.
Bununla ilgili olarak Münafıkun Sûresi 8. ayette şöyle buyruluyor: “Bütün izzet ve şeref, Allah’a, O’nun elçisine ve müminlere mahsustur.” Yani, şeref ancak Allah’a aittir. Aynı zamanda Peygamber Efendimiz (s.a.v) risaleti ve müminler de imanları nedeniyle şereflidirler. O halde, kâfirlerin, fasıkların, facirlerin ve münafıkların bu şereften bir payları yoktur. Demek ki, dünya hayatında bu insanları şan ve şöhretleri yalnızca geçici birer oyuncaktan ibarettir. Yarın ahirette hesaplar bir bir ortaya döküldüğünde onlar, kendilerinin sandıkları izzet ve şerefin zerresini bulamayacaklardır.
Tam burada akla şöyle bir soru geliyor: “Müminler sorgusuz sualsiz izzetli grubuna girebilecekler mi?” Bu soruya verilen cevaplardan biri “Hayır giremeyecekler, çünkü amel eden ile amel etmeyen müminlerin durumu bir olmaz.” diyor. Diğeri müminin izzetini kaybetmesin sebep olacak olan maddeleri sıralayıp, “Bunlara dikkat etmeyen her mümin, yavaş yavaş izzet ve şerefini kaybedecek, sonunda elinde koca bir hiç kalacaktır.” diyor. Diğeri ise “Günahlarının hesabını veren her mümin, içindeki iman zerresiyle dahi izzetli grubuna girebilir.” diyor. Ben ise bu cevapların birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Çünkü biliyorum ki, günaha dalmak, nefse hizmet etmek, ibadetleri terk etmek, kul hakkına girmek, dünya heveslerinin peşinden koşmak, ahlaki yoksunluk içinde olmak, zamanla insanın İslamî yaşayışını sonlandıracak ve sonra da imanını kemirecek. Bu durumda imanını kaybeden bir insanın da izzeti de kalmamıştır diyeceğiz. Fakat tam bu gafletlerin içindeyken, silkelenip kendine gelen, tövbe edip salih amel yolunu izleyen müminlerin bu izzetten nasibi olduklarına inanıyorum. Hatta ve hatta hesabını veren her müminin, içindeki iman hasebiyle izzet kazanacağına da tüm kalbimle iman ediyorum. Çünkü biliyorum ki, Allah kullarına karşı fazlasıyla rahmetli ve merhametlidir. Kula düşen, bu durumu fırsat bilip tövbe etmek ve bundan sonra dikkatli olmaktır. Unutmayalım ki, biz Rabbimizle aziziz.
Yine bir gün, Musul âlimlerinden Fetih el Musulî’ye, arzu ve isteklerinin peşinden giden insanların durumu soruldu. Fetih el Musulî Hazretleri, o an yakınlarında oturmakta olan iki çocuğu işaret etti. Çocuklardan birinin elinde sadece ekmek, diğerinin elinde ise ekmekle birlikte turşu vardı. Elinde sadece ekmek olan çocuk, arkadaşına “Elindeki turşudan bana da verir misin?” diye sordu. Arkadaşı ise turşusunu bir şart ile paylaşmaya hazırdı. “Eğer oyunda benim köpeğim olursan, turşudan sana da veririm.” deyiverdi. Bunu duyan çocuk hevesle “Tamam.” dedi ve boynuna bir ip geçirilerek köpek gibi yürütülmeye başlandı. Fetih Hazretleri, bu sırada soru soran adama dönüp dedi ki: “Eğer bu çocuk elindeki ekmekle yetinmiş ve turşuya rağbet etmemiş olsaydı, arkadaşının köpeği olmazdı.” İşte mümin için bahsettiğimiz zillet sebeplerinden biri de budur: Hırs ve dünyaya rağbet. Çünkü hırs, müminde mahrumiyetin ve zilletin sebebidir. Eğer zelil olmak istemiyorsak ilk yapmamız gereken şey, dünya sevgisini kalbimizden çıkarmak ve elimizdeki nimetlere kanaat etmektir.
O halde, Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.
Sadakallahulazim.