Dervişin biri, her gece uykusundan uyanarak bir köşeye çekilir ve uzun bir müddet “Allah” diye diye içinden zikirde bulunurmuş. Bu zikir onu öyle mutlu edermiş ki, her gece kendiliğinden uyanır ve büyük bir keyifle köşesine çekilirmiş. Yine günlerden bir gün zikre daldığında, bir ses ona “Ey derviş! Bunca zamandır durmadan uyanıp “Allah” demektesin, buna rağmen bir an bile Allah’ın sana “Buyur kulum.” dediğini duymadın. Daha ne kadar böyle yapıp zamanını boşa geçireceksin? Bari bir namaz kıl, Kur’an oku da kalktığına değsin.” dedi. Bunun üzerine derviş, kendi kendine üzülmeye başladı. Gecelerce uyanıp Rabbini zikrettiği için çok mutluydu ama acaba namaz kılması yahut Kur’an-ı Kerim okuması Rabbini daha mı mutlu ederdi? Şeytanın vesvesesi bu sefer öyle sağlamdı ki, dervişin kafası çok karışmıştı. Eğer şeytan ona “Ne yapıyorsun, bırak şu zikri.” deseydi, derviş bunun bir vesvese olduğunu anlayabilirdi. Ama bu şekilde onu söyleyenin şeytan olduğunu fark edemedi. Zikir yapmayı bıraktı ve o ruh haliyle köşesinde uyuyakaldı. Rüyasında Hızır (aleyhisselam) ona “Neden yapmakta olduğun o güzel zikri bıraktın?” diye soruyordu. Derviş ise üzülerek ona durumu anlatıp, Allah’ın daha memnun olacağı ve “Buyur kulum.” diyeceği ibadetlere yönelmeye karar verdiğini söyledi. Bunun üzerine Hızır (aleyhisselam) dedi ki: “Senin her Allah demenin sonunda, Rabbin sana “Buyur kulum.” diyor, sadece bunu senin kulağın duymuyor. Hatta bu zikir Rabbinin öyle hoşuna gidiyor ki, sana her seferinde yeniden söyleme fırsatı veriyor.”
İnsanın duyması böyledir işte, illa kulak ister. Ama işitmesi? İşitmesi için yalnız kalbi yeter. Mesela derviş, önce duymak istedi, fakat ne kadar istese de duyamazdı. Allah’ın kelamı öyle insanın kulağıyla duyabileceği bir kelam değildi. Sonra Hızır ona, kalbiyle işitmeyi öğretti. Hâl ile. Nimet ile. İman ile. Ki zaten aslolan da buydu. Çünkü zaten bir insanın, başka bir insanı duyması için fazlasıyla sınır varken, Rabbini kulağıyla duyabilmesi, ancak Rabbinin isteğiyle olabilecek bir mucizeydi. Diğer bir pencereden bakarak “Rabbin kullarını duyması” kısmını incelersek de, insanlar arasındaki sınırların nasıl kolaylıkla kalktığına şahit oluruz. Mesela büyük bir salonda tüm sesleri algılamak isterseniz, karmaşayla karşılaşırsınız. Ancak bir ses seçer ve ona odaklanırsanız onu duyabilirsiniz. Fakat onu duymak istediğinizde de sınırlarla karşılaşmanız yüksek bir ihtimaldir. Çünkü o sesi duymak için, önce 20 desibelden yüksek olması, sonra sizin anlayacağınız dilde olması ve sonra sizin anlayabileceğin kelimelerle konuşulması gerekir. Bunlar insanın duymak konusunda karşılaşabileceği en genel sınırlardır, fakat Allah’ın duymak için böyle sınırlara ihtiyacı yoktur. Nasıl ki dervişin içten çektiği zikrini duyup onunla mutlu oluyor, aynı şekilde en sessiz fısıltıları da, en kalbi çığlıkları da, en içten yakarışları ve en sessiz haykırışları da duyup onlara karşılık veriyor.
İşte Allah, işitilecek şeyleri ne kadar gizli de olsa işiten, kullarının en içten dualarına icabet eden, müminlerin gözyaşlarındaki sıkıntıları dinleyebilen, münafıkların kalplerindeki yalanlarını ve hainlerin en gizli planlarını bilendir. Çünkü o Semî’dir.
Semî, işitmek ve duymak gibi anlamlara gelen “sem” kökünden türetilmiştir. Bu isim Allah için kullanıldığında “Es Semî” halini alarak “Gizli ve aşikâre her şeyi, aynı anda, aynı derecede işiten” anlamına gelir. Bu isim Kur’an’da 47 yerde geçmekte ve bunların yalnızca iki tanesi insan için kullanılmaktadır. Geri kalan 45 yerde Allah’a isnatla, “El Alîm” ve “El Bâsir” isimleriyle birlikte zikredilmektedir. Ek olarak, bu isim Allah’ın subûtî sıfatları arasında sayılır. Subûtî sıfatlar, Allah’ın zatında bulunup aynı zamanda belli sınırlarla kullarına da ikram ettiği özelliklerdir. Örneğin; Semî ismi için baktığımızda, hem Allah için hem insan için işitebilir diyoruz. Bu iki işitme arasında fark vardır. Allah’ın işitmesi sonsuz ve mutlaktır. İnsanın işitmesi ise sınırlı ve kayıtlıdır. İnsanların işitmesi, Allah’ın izni sonucu var olmuştur. Bu durum İslam âlimlerince daha önce hiç tartışılmamış ve ispatı için delil sunulmaya gerek bile duyulmamıştır. Çünkü Allah’ın her şeyi, her durumda işittiğine inanmak imandandır. Şayet yüreğinizde sakladığınız sıkıntılarınızı, içten içe kurduğunuz planlarınızı, canınızı acıtan sessizliklerinizi, başkalarına zararı dokunacak düşüncelerinizi Rabbinizin duymadığını düşünüyor yahut duymuyormuş gibi umursamaz ve umutsuz yaşıyorsanız o zaman imanı tazelemek vakti geldi demektir.
O halde, Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.
Sadakallahulazim.