Günlerden bir gün, Üftâde Hazretleri tüm talebelerinin eline bir tavuk verdi. Ve onlara “Bu tavukları hiç kimsenin görmediği bir yerde kesip bana getirin!” dedi. Bir müddet sonra hepsi verilen tavuğu kesmiş olarak geri döndü, fakat Aziz Mahmud Hüdâi hazretleri canlı tavukla geri dönüyordu. Şeyhi “Sen niçin kesmedin?” diye sorunca, Hüdâi Hazretleri utandı, boynunu bükerek edeple “Efendim siz bana bu tavuğu hiç kimsenin görmediği bir yerde kesmemi emrettiniz. Fakat ben Rabbimin görmediği bir yer bilmiyorum.” dedi. İşte Allah’ın “El Basîr” ismine iman etmenin ilk kaidesi budur. Üstelik bu iman zamanla, Rabbimizin her halimizi gördüğü bilinciyle yaşamamızı ve istemediği hallerden sakınmamızı sağlayacaktır. Bu ismin, bir insana tecelli etmesi yahut bir insanın, bu isme ayna olabilmesi için bu bilinci kavramak lazımdır.

Basîr ismi, görme anlamı taşıyan “Basar” kelimesinden türetilmiştir. Bu isim Allah için kullanıldığında “El Basîr” halini alarak “Gizli ve aşikâre her şeyi, aynı anda, aynı derecede gören” anlamına gelir. Rabbimizin Subûtî sıfatları arasında bulunan bir diğer ism-i şerifi de Basîr’dir. Bu sıfat, Cenâb-ı Hakk’ın görülen görülmeyen her şeyi gördüğünü ve onları idrak ettiğini ifade eder. Buradaki idrak etmek, Rabbimizin “İlim” sıfatından gelmektedir. Âlimlerimiz, Basîr ve Semî gibi sıfatların İlim sıfatıyla bağlantılı olduğu konusunda hem fikir olmuş, aynı zamanda bu isimleri müstakil birer isim olabileceği yerler olduğunu da belirtmişlerdir.

Tam burada Allah’ın görmesinin, insanın görmesi gibi bir fiil olmadığını belirtmekte fayda var. Unutmayalım ki, O’nun görmek için göze ihtiyacı yoktur. İnsanın ise, gözü dahi olsa görmesi için diğer sebeplere ihtiyacı vardır. En küçük örneklerle, her şeyi bir anda göremez, odaklanması gerekir. Odaklansa dahi karanlıkta göremez, ışık lazımdır. Işık olsa dahi, uzağı göremez, belirli bir mesafe gerekir. Yakınlaşsa bile kabasını görür, ayrıntısını görmek için merceğe ihtiyaç duyar. Fakat O’nun görmesi, herhangi bir alete, organa yahut ışığa bağlı değildir. Aynı zamanda görüyor olması da, gözü olduğu anlamına gelmez. Bu sıfatlarla, bir yaratıcı siması oluşturmaya çalışmak mantıklı bir düşünce değildir.

El Basîr isminin Kur’anî çerçevesine baktığımızda 42 yerde Allah’a isnatla kullanıldığını görüyoruz. Ve bu kullanımların birçoğu Semî, Alîm ve Habir isimleriyle birlikte karşımıza çıkıyor. Esma’ül Hüsnâ âlimleri, Basîr kelimesinin ilk kullanıldığı ayetin İnsan Sûresi 2. ayet olduğunu söylüyorlar. Ve bu ayette şöyle buyruluyor: “Biz insanı bir takım katkılarla karıştırılmış bir nutfeden yarattık; onu imtihan edelim diye de işiten ve gören bir varlık yaptık.” Bu ayet ile tekrar hatırlıyoruz ki, insana görme duyusunun verilmesi –diğer her şey gibi- imtihan dolayısıyladır. Bizler bu imtihanı verebilmek istiyorsak, yukarıda bahsettiğimiz ilk kaideye dikkat edecek ve önce Rabbin her halimizi gördüğü bilinciyle yaşamayı öğreneceğiz. Çünkü bu bilinçte olan kimse, gizli ve açık her halini düzeltmeye çalışır. Her durumda Allah’a karşı gelmekten korkar. İbadetlerini yapmıyor olmaktan çekinir. Rabbine karşı gelmek sayılacak her davranıştan uzak durur. Allah’ın kendisini yasakladığı yerlerde ve davranışlarda bulunmamaya dikkat eder.  Daima Allah’ın gözetiminde olduğunu hatırlar. Ve en önemlisi, O’nun kendisini görmesini hafife alarak günah işlemez. Çünkü insanların görmesinden utanıp, Allah’ın görmesinden utanmayan kimseler fark etmeden de olsa Allah’ı hafife almış olurlar. Tam burada Mümin Sûresi 19. ayet aklımıza gelsin ve nefsimize diyelim ki: “Allah, gözlerin hainliğini de göğüslerin gizlediğini de bilir.”

O halde, Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.

Sadakallahulazim.