İnsana eşyayı tanıtıp, kelimeleri öğreten Allah-u Teâlâ’ya hamd-ü senâlar olsun. Allah’ım! Dünyayı yarattığın günden kıyamet gününe kadar gökyüzündeki yıldızlar sayısınca, her gün bin kere, Efendimiz Muhammed’e (s.a.v) salât ve selâm eyle.
Feridüddin Attâr’ın (k.s) müellifi olduğu Tezkiretü’l-Evliya adlı kıymetli eserden rivayetle:
“İmam-ı A’zam Ebû Hanefî (k.s) bir gün yoldan geçerken, çamurda bir oğlan gördü ve:
– Dikkat et, düşmeyesin! Oğlan:
– Benim düşmem basittir, düşersem yalnız ben düşerim, ama asıl sen dikkatli ol. Zira eğer ayağın kayacak olursa, sana tâbi olup peşinden gelen bütün Müslümanların ayakları kayar ve düşerler, bunların hepsini kaldırmak zordur.
Oğlanın zekâsına hayret eden Ebû Hanefî (k.s) ağladı ve derhal talebelerine dönüp:
– Şayet bir meselede size daha kuvvetli bir delil ulaşırsa, o hususta bana tâbi olmayınız. İslam’da kemâlin alâmeti budur. Bana olan sevgi ve bağlılığınız da ancak bu şekilde ortaya çıkar.”
Erbâb-ı tarikat, her olaydan ibret almaya bakar ve nefsini terbiye yoluna gider. Kendilerini seven ihvânın ise imanlarını Allah katında makbul seviyeye çıkarmak için çalışırlar ve ardı kesilmeyen geceler boyunca uykusuz kalırlar. Peki, pîr-i tarikat’ın İslam’daki usulü nasıldır? Onu da Sehl b. Abdullah’tan (k.s) okuyalım:
“Yolumuz usulü şu altı şeydir: Ulu ve Yüce Allah’ın kitabına sıkı şekilde sarılma. Rasulullah’ın (s.a.v) gidişatını örnek alma, helal yeme, seni inciten halkı bile incitmeme, günahlardan uzak durma, hak sahiplerinin haklarını ödemede aceleci davranma. (tevbe etme)”
Mürşid-i kâmiller sürekli olarak İslam’ın esaslarını hayatlarında tatbik etmek için çabalarlardı. Bu çabanın örnekleri, sadât-ı kirâmın hayatlarında farklı şekillerde vücut giymiştir. Bunlardan bir tanesini daha sizlerle paylaşalım.
Attâr (k.s) Hazretleri’nin müellifi olduğu eserde şöyle nakledilmiştir:
“Ebû Turab Nahşebi (k.s) müridlerinde hoş olmayan bir hâl gördüğü vakit, derhal tevbe edip mücahedesini artırır ve:
– Bu bîçareler benim meymenetsizliğimden bu belâya düşmüşlerdir, buyururlardı.”