Zamanın ve mekânın rabbi olan Allah-u Teâlâ’ya hamd-ü senâlar olsun. Gece ve gündüzlerin birbirini takip etmesiyle ardı ardına gelen ve hiçbir kesintiye uğramadan devam eden salâtla, Efendimiz Muhammed’e (s.a.v) salât ve selâm olsun.

Ferîdüddin Attâr Hazretleri, müellifi olduğu Tezkiretü’l Evliyâ adlı eserde, dedikodu bahsi hakkında Cüneyd-i Bağdadî’nin (k.s) başından geçen olayı şöyle nakletmektedir:

“Adamın biri kalkıp Cüneyd-i Bağdadî’nin (k.s) meclisinde dilendi. Bunu gören Cüneyd, hatırından şöyle geçirdi:
– Adamın vücudu sıhhatli, çalışıp kazanabilir. Hâl böyle iken niçin dileniyor ve bu zillete katlanıyor?
O gece rüyasında, önüne üzeri örtülü bir tepsi kondu ve kendisine denildi ki:
– Haydi ye!
Tepsinin kapağını kaldırınca, sözü edilen dilencinin ölmüş ve bu tepsinin içine konulmuş olduğunu gördü.
– Ben ölü eti yemem!
– Peki, dün gece mescidde niçin yedin?

Cüneyd, kalb ile gıybet etmiş olduğunu ve hatırından geçen şeylerden de sorumlu tutulduğunu anlamıştı.  Pîr-i tarikat efendimiz Cüneyd-i Bağdadî (k.s) sonra gelişen olayları şöyle anlatmaktadır:

‘Bu rüyanın heybeti ve dehşetiyle uyanmış, abdest alıp iki rekât namaz kıldıktan sonra o dervişi aramaya koyulmuştum. Nihayet kendisini Dicle nehrinin kenarında gördüm. Suya atılan sebze artıklarını, suyun yüzünden toplayıp yiyordu. Yanına vardığımı fark edince başını kaldırdı ve bana:
– Hakkımızdaki düşünceden ötürü tevbe etmedin mi?
– Ettim, ettim.
– O halde şimdi var git. “Kullarından tevbeyi kabul eden O’dur…” (Şurâ, 25) Şu hatır tevbesini de muhafaza et!’

Cüneydi-i Bağdadî (k.s), Allah’ın izniyle uyarılmış ve tevbe etme şansını elde etmişti. Cüneyd Hazretleri kadar bereketli olamayabilir ve tevbe edemeden dünyamızı değiştirebiliriz. Bir an önce, bir cümle günahlarımıza tevbe etme şansımız varken vakit kaybetmemeliyiz. Allah-u Teâlâ, Âli İmran Sûresi 89. ayette şöyle buyurmaktadır: “Ancak bundan sonra tevbe edip kendini düzeltenler başka. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.”

Ebû Kâsım el-Kuşeyrî Hazretleri, eserinde İbrahim b. Edhem’in (k.s) başından geçen hadiseyi şöyle nakletmektedir:

“İbrahim b. Edhem (k.s) bir kere yemeğe davet edilmişti, meclise gidip oturunca gıybet edilmeye başlandığını gördü ve:
– Âdetimize göre et, ekmekten sonra yenir. Oysa siz et yemekle işe başladınız.
Bununla birlikte o meclisteki insanlara Hakk Teâlâ’nın gıybet eden kimseler hakkındaki ‘İçinizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan nefret edersiniz, değil mi?’ (Hucûrat, 12) ayet-i kerimesini hatırlatmıştı.”

Gıybet, her toplumda ve dinde kötü ahlakın ürünü olarak görülmüş ve yasaklanmıştır. Hak din İslam’da da Allah ve Rasûlü (s.a.v) tarafından gıybetin büyük bir günah olduğunu defaatle ifade edilmiştir. Gıybet insan ilişkilerini temelden sarsmakta ve sonucunda ağır yıkımlara sebep olmaktadır. İbrahim b. Edhem (k.s) ve tasavvuf erbabı bu hususa özellikle dikkat etmiş ve dedikodunun bütün amelleri silip götürdüğünü ifade etmişlerdir. Dedikodu tüm çağların vazgeçilmez hastalığıdır. İnsanların bildikleri veya bilmedikleri hakkında konuşması veya onların peşine düşmesi halinde kulak, göz ve kalp, bunların hepsinden sorumlu olur.

Ebû Hureyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun.” (Buhari, Edeb, 31)

Kaynak:
– Ahiret Azığı – Erkam Yayınları, 2005
– Riyazü’s-Sâlihîn – Diyanet İşeri Başkanlığı Yayınları