Mahalleyi bir uğultudur almıştı. Her yerden itiraz sesleri yükseliyor, karmaşa bir türlü dinmek bilmiyordu. Gruplar halinde toplaşan insanların her biri bir köşeye dağılmış, az önce gerçekleşen olayın detaylarını tartışıyorlardı:

– Yasin’in bu işle ne ilgisi var?
– O yapmış olmalı, yoksa niye polis alıp götürsün!
– Ali’yle ne alıp veremediği vardı? Hiç de hissetmedik fena biri olduğunu!

Görünüşe bakılırsa Yasin hakkında olumlu düşünen bir kişi bile yoktu. İki gün öncesine kadar Nihat için ileri geri konuşanlar, bugün hedeflerini Yasin olarak belirlemişti. Olayların perde arkasındaki nedenleri bilmeden söz söyleyen, birinin hakkına girmekten imtina etmeyen insanlar yine sadece gördükleri üzerinden yorum yapmaya devam ediyorlardı.  O sırada kapısının önünde durup, olan biteni izleyen yaşlı bir teyze herkesin duyacağı kadar yüksek sesle bağırarak sordu:

– Nihat suçlanırken şaşırmıyordunuz da, elin oğlu bir şey yapınca mı aklınız uçtu?

Nihat, polislerin mahalleden ayrılmasının ardından orada daha fazla duramamıştı. Üzerinde toplanan bakışların samimiyetsizliğine merak da eklenince adımlarını hızlandırarak uzaklaşmıştı. Şener Usta da onu takip etmişti. Eve geldiklerinde Nihat’ın içini sessiz bir hüzün kapladı. Ev, iki gün önce polisler kapısına dayandığında nasıl bıraktıysa öyle duruyordu. Ocakta kaynayan demliğin altını kapatmış, terliklerini nasılsa çabucak dönerim diyerek kapının yanına koymuştu. Ama beklediği gibi olmamış, asırlar gibi gelen kırk sekiz saat boyunca herkes onu abisinin canına kast eden kardeş diye görmüştü.  Başını önüne eğip oturma odasına doğru geçti. Şener Usta mutfağa gidip ocakta bekleyen demliği boşaltmıştı. Çay suyunu tazeleyip Nihat’ın yanına geldi. Bir süre konuşmadan oturdular. Neden sonra Şener Usta konuya girdi:

– Ağabeyini ziyaret etmeyecek misin? Derin bir nefes aldıktan sonra cevap verdi Nihat:
– Bugün gitmeyi düşünüyorum.

Şener Usta rahatlamıştı. Ali’nin fazla zamanı yoktu ve vefat etmeden önce kardeşinin onu bir kere görmesi iyi olacaktı. Nihat henüz bunu bilmediğinden hala az önceki hadisenin etkisindeydi. Ama Şener Usta’nın gerçeği söylemeye gücü yoktu. Sessiz kalmayı tercih etti. Sonra da çayı demlemek üzere kalktı.

***

Hastanenin giriş kapısı her zamanki gibi ana baba günüydü. Çocuğunu kucağına alıp gelenler, yataklı hastası olup duvar diplerinde nöbet tutanlar, bahçeye hava almaya inen doktorlar.. Hepsi bir telaşın içerisinde sürükleniyorlardı. Durup bir müddet onları seyretti. Yan tarafında duran boş bir banka oturup sigarasını yaktı. İçeriye hemen girmek istemiyordu. Biraz beklerse ağabeyiyle konuşmak için gereken cesareti toplayacağını zannettiğinden ikinci sigarasına geçti. Vakit ilerliyordu ancak Nihat yerinden bir türlü kalkamıyordu. Ali hastanede onu bekliyor, oysa o burada oyalanmayı tercih ediyordu. İçi rahat etmedi, kapıya doğru yürüdü. İlk adımı attıktan sonra boğazına bir şeyler takıldı. Kesif bir ilaç kokusu kalbini sıkıştırmıştı. Elini ağzına götürdü, hissettiği mide bulantısı başını döndürmeye yetmişti. Biraz daha durursa olduğu yere yığılıp kalacağını sandı. Danışma biraz ilerideydi. Gidip bekleyen görevliden Ali Kamuran’ın kaldığı oda numarasını sordu. Yoğun bakımda olduğunu öğrenince eli ayağı boşaldı. Durumunun bu derece ağır olduğunu ona kimse söylememişti. Müşahede altında tutulduğunu zannediyor, birkaç güne taburcu edilmesini bekliyordu. Asansörden vazgeçip merdivenlere koştu. Yoğun bakım ünitesinin olduğu kata geldiğinde nefes nefese kalmıştı. Ağabeyinin doktorunun odasını buldu, kapıyı çaldı. Doktor, hemşirenin getirdiği birkaç evrakı inceliyordu, eliyle sandalyeye oturmasını işaret etti. Bir süre sonra işi bitince Nihat’a dönüp sordu:

– Buyurun, kimin yakını olarak gelmiştiniz?
– Ali Kamuran, ağabeyim, diye bir solukta cevapladı Nihat. 

Ali’nin ismini söylediğinde doktorun gözlerinde beliren kara bulutları fark edemedi.  İyi bir şeyler duymak ümidiyle masaya doğru eğildi:

– Durumu nasıl? Ne zaman çıkar yoğun bakımdan? Doktor ellerini birbirine kenetledi ve o malum konuşmadan bir önceki safhaya ait olan cümleleri kurdu:
– Ağabeyiniz dün gece itibariyle bitkisel hayata girdi. Şu an onun için yapabileceğimiz bir şey kalmadı. Her şeye hazırlıklı olmanız gerek.

Bunu söylerken Ali’nin saatlerinin hatta dakikalarının kaldığını dile getirememişti. Nihat’ın yaşadığı acı yüzüne vurmuştu, gözlerinde biriken damlalar gerçeği kabullenmek istemiyormuş gibi dökülmemekte ısrar ediyorlardı. O sırada acil durum telefonuna bir sinyal geldi ve doktor yerinden fırladı. Nihat ne olduğunu anlayamasa da peşinden koştu. Yoğun bakım ünitesine giren doktorun ardından kapılar kapanmış, ortalık makine sesleriyle dolmuştu. Kime ne olduğu belli değildi. O sırada bir hemşire koridorda belirdi, Nihat aceleyle kolundan tutup sordu:

– Sorun nedir? Ali Kamuran’a bir şey mi oldu?

Hemşire cevap vermedi, kolunu kurtarıp yoğun bakım kapısını açarak gözden kayboldu. Aradan geçen yarım saatin ardından doktor, alnındaki terleri silerek dışarıya çıktı. Bekleyen Nihat’ı görünce gözlerini kaçırdı ama yapması gereken son bir görev daha vardı. Yutkundu ve kelimeleri zorla yan yana getirdi:

– Başınız sağ olsun.