Mübarek günleri Müslümanlar için kurtuluş vesilesi kılan Allah-u Teâlâ’ya hamd-u senâlar olsun. Efendimiz Muhammed’e (s.a.v) ve onun âline, ona salât okumayanların sayısınca salât eyle.

Ferîdüddin Attâr Hazretleri’nin (k.s) müellifi olduğu Tezkiretü’l Evliyâ adlı eserden rivayetle:

“Ahmed b. Harb’in (k.s) Mecusi bir komşusu vardı. Adı Berham’dı. Ticaret için gönderdiği bir malını, harâmiler vurmuşlardı. Şeyh Ahmed bunu duyunca yâranına:

‘-Komşumuzun başına böyle bir hâl gelmiş, biz varalım, derdini paylaşıp kendisini teselli edelim. Mecusi de olsa komşudur.’ dedi.

Kalkıp Behram’ın hanesine gittiler. Behram kendilerini karşıladı, şeyhin yenini tutup öptü, izzet ve ikramda bulundu. O sene kıtlık olduğundan, bunların, evine bir şeyler yemek için geldiklerini zannetmişti. O yüzden de önlerine bir sofra çıkarma telaşına düştü. Bunu gören Şeyh Ahmed (k.s):

‘-Hatırını hoş tut, malınızı vurguncuların yağmaladığını duyduğumuz için, seni teselli edip geçmiş olsun demeye geldik!…’ dedi. Behram:

‘-Evet, hadise böyledir. Ama yine de bu hâdise sebebiyle üç yönden şükretmemiz icap ediyor: Birincisi, başkaları benim malımı alıp götürdü, ben kimsenin malını almadım. İkincisi malımın yarısını vurdularsa da öbür yarısı yanımızda kaldı. Üçüncüsü dinimiz yanımızdadır. Onur vurmadılar. Dünya malı ise gelir gider.’ dedi.

Bu söz Şeyh Ahmed (k.s) gayet hoşuna gittiğinden, müritlerine:

‘-Bu sözü yazınız, zira bu sözden marifet kokusu geliyor.’ dedi.

Sonra Şeyh:

‘-Ey Behram! Niçin ateşe tapıyorsun?’ dedi.

Behram:

‘-Yarın beni yakamsın ve bana vefasızlık yapmasın, diye!… Ben Ulu ve Yüce Allah’a ulaştırması için ona bunca odun vermişim ve tazimde bulunmuşumdur!..’ dedi.

Şeyh:

‘-Büyük bir hata yapıyorsun!1 Çünkü ateş hem zayıf, hem cahil, hem de vefasızdır. Onun üzerine kurduğun her hesap mutlaka bâtıldır.

Zayıftır, zira bir çocuk, üzerine bir parça su dökse ölüverir. Bu kadar zayıf olan bir şey sana nasıl güç verir? Üzerine dökülen bir parça suyu kendinden def etmeye kâdir değilken seni Hakk’a nasıl ulaştırabilir?

Cahildir, çünkü misk ile necaset arasındaki farkı bilmediğinden derhal ikisini de yakar; birinin daha iyi olduğunu anlamaz.

Vefasız olduğunun misali şu: Bak sen, 70 senedir ona tapıyorsun, bense ona hiç tapmadım, gel ikimiz de elimizi ateşe sokalım, bakalım her ikisini de yakacak mı? Yoksa sana vefa gösterecek mi?’ dedi.

Bu sözün tesiri altında kalan Behram, Ahmed’e:

‘-Sana dört mesele soracağım, cevabını doğru verirsen, iman getiririm!…’ dedi.

Şeyh:

‘-Sor bakalım.’ deyince, Behram sorularını sıraladı:

‘- Allah şu mahlûkatı niçin yarattı? Yaratmaya yarattı diyelim, onlara niçin rızk veriyor? Rızk vermeye veriyor, diyelim, sonra bunları niçin öldürüyor? Öldürmeye öldürüyor diyelim, peki sonra bunları niçin diriltip haşr ediyor?’ dedi

Şeyh cevaplarını şöyle sıraladı:

‘-Yaratıcılığı bilsinler, diye yaratıyor. Rızk verenin o olduğunu anlasınlar diye rızk verip besliyor. Kahhâr olduğunu idrak etsinler, diye öldürüyor. Kâdir olduğunu bilmeleri için de tekrar diriltiyor.’

Bu sözleri dinleyen Behram şehadet getirip, Müslüman oldu. Bu sırada Şeyh’in kalbinde bir hâl zuhur etti, yere düştü ve baygınlık geçirdi. Aradan bir müddet geçtikten sonra kendine gelen Şeyh’e, yâranı:

‘-Efendim, ne oldu?’ diye sordu.

Şeyh dedi ki:

‘-Behram, kelime-i şehadet getirdiği ân kalbime şöyle bir hâl doğdu:

-Ey Ahmed! Behram yetmiş yıl sonra iman getirdi. Sense yetmiş yıllık ömrünü Müslüman olarak geçirdikten sonra, bakalım işin sonunda ne olacaksın? Küfür mü? İman mı?”

Ferîdüddin Attâr müellifi olduğu Tezkiretü’l Evliyâ adlı eserden rivayetle:

Bişr-i Hafi’nin (k.s) vefatı yaklaşınca, kendisini büyük ıstırap kapladı.

‘-Galiba hayatı seviyorsun!…’ diyenlere:

‘-Hayır!’ dedi. ‘Lâkin Padişahlar Padişahının huzuruna çıkmak cidden güç bir iş!’

“Her canlı ölümü tadacaktır!” ayet-i kerimesi herkesin hafızasında yer etmiştir. Ölüm bir tattır; kimisi acı duyacak, kimisi de lezzet alacaktır. Ölüm bir son değil, bir başlangıçtır. Bu dünyayı bir tarla olarak düşünmek gerekir, çünkü her insan ektiğini biçecektir. İnsan bütün hayatını günahkâr olarak geçirebilir ama son nefesten önce tövbe etmesiyle menzile ulaşabilir. Başka bir insan ise, bütün hayatını “Allah” zikriyle geçirir ama son nefesinde şeytan tuzağına düşer de hedefine varamaz. Hazret-i Yezdan, Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir” (Kâf, 19)

Ölüm hastalığı gelmeden tövbe etmek gerekir, nefesimiz varken pişmanlığımızı dile getirmekten çekinmemeliyiz. Hz. Vahşi (r.a) tövbenin en güzel misalidir. Hayatının büyük çoğunluğunu kâfir olarak geçirmiş, İslam yeryüzünü şereflendirmesine rağmen Allah’ın aslanını şehit etmişti Vahşi, daha sonra sahabe oldu, yalancı peygamberi öldürdü ve fitnenin kalkmasına vesile oldu, tüm ümmet Hazret-i Vahşi (r.a) diye andı.

İnsanın hayatı, son nefese kadar imtihandır.

Kaynak: Ahiret Azığı, Erkam Yayınları, İstanbul 2005