İnsana kelimeleri öğreten Allah-u Tealâ’ya hamd-u senâlar olsun. Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e (s.a.v) ve onun âline salât ve selâm eyle.
Ebu’l Hasan Hazretleri’nin (k.s) müellifi olduğu Hucvirî adlı eserden rivayetle:
“Şakik Belhî’nin (k.s) ehl-i tarik olmasına vesile olan olayı şöyle anlatır:
Bir yıl, Belh’te kıtlık vukua gelmişti, öyle ki, halk neredeyse yekdiğerine yiyordu. Müslümanlar dertli ve üzgün idiler. Çarşıda güle oynaya gezen, şen-şakrak bir köle gördüler. Halk ona:
‘-Bütün insanlar mahzun iken, bu derece şen-şakrak olmaya utanıyor musun? Neden bu kadar gülüyorsun?” dedi. O, bu soruya şu cevabı vermişti:
‘-Ben hiç dert ve kasavet çekmiyorum. Zira bir köyü ve çiftliği bulunan bir ağanın kölesiyim. O, Benim gönlümdeki meşguliyeti ve derdi ortadan kaldırmıştır. ‘
Bu manzarayı göre Şakik dedi ki:
‘- Ya İlahi, sen ne kadar yücesin! Şu kölenin bir köye sahip olan bir beyi olduğu için bu kadar neşelidir. Sen ki, Mâlikü’l-mülksün, her şey sahibisin, rızkımızı vereceğini de tekeffül etmişsin. Buna rağmen şu bizim kalbimizi bu kadar çok dert ve ıstırap içinde bırakmamızın manası nedir?’
Bundan sonra Şakik, dünyevi meşguliyetlerden vazgeçerek Hakk’ın yolunu tuttu. O günden sonra bir daha katiyen rızk tasası nedir aklına getirmedi. Pek çok mütevazi olduğu için daima şöyle derdi:
‘-Ben bir kölenin talebesiyim. Her ne bulmuş isem o sâyede bulmuşumdur.”
Belâlara, rızk kaygısına ve daha nice dünya meşgalesine karşı Gavs’ul Âzam Abdülkadir-i Geylanî (k.s) şöyle buyurmuştur:
“-Belâlardan sızlanmak sana yakışmaz. Er ol. Bırak belâ gelsin. Onun ateşi, cehennemin ateşinden daha mı büyük? Daha mı yakıcı? Mümin cehennem üzerinden geçerken, cehennem ona şöyle diyecek:
‘-Çabuk geç. Ey mümin, nurun alevimi söndürüyor.’
Kıyamet günü, cehennemin alevini söndüren nur; dünyada kendisi ile beraber olan nurdan başkası değildir. Ki, o nur sayesinde mümin, âsilerden ayırt edilirdi. İşte bu nur, öbür alemde cehennem ateşini söndürdüğü gibi, burada da bela ateşini söndürür. Korkma, bela insanı helâk etmek için gelmez. Tecrübe etmek, denemek için gelir.” (Şaranî, c:II, s:467)
“Bir belâ, bin nasihatten iyi midir, kötü müdür?” diye tecrübe etmeden, tecrübe sahibi kimselerin söylediklerinden ibret almamız gerekmez mi?
Dünya meşgalesi, ahiret hayatını unutturur insana. Bu yüzdendir ki, ehl-i salik, devamlı inkârı fısıldayan nefse karşı savaş açmaktadır. Çünkü nefis insanın en büyük belâsıdır. Belâlar, insan hayatında en büyük imtihan vesileleridir. Peygamberler dahi sabırla, yoklukla, rızıkla denenmiştir. Sabır acı olsa da, sonu baldan tatlıdır ve Allah’a ulaştırmaktadır. Cenab-ı Pirim (c.c) Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Sabırla ve namazla yardım isteyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle birliktedir.” (2/153)
İnsan rızkını çalışarak kazanacaktır, belalara karşı tedbir alacaktır. Unutulmalıdır ki, kader gayrete aşıktır. Seyyid Abdülhâkim El-Hüseyni (k.s) şöyle buyurmaktadır:
“Bir insan sabah kalkınca abdestini alsa, sonra da, ‘Yâ Rabbi! Sen rezzâk-ı mutlaksın. Çalışsak da çalışmasak da rızkımızı verirsin. Lakin rızık için çalışmayı bize vacip kılmışsın. Biz senin rızan için vacip kıldığın üzere rızkımızı kazanmaya gidiyoruz.’ diyerek rızık peşine düşmelidir.”
İnsanlar belalara karşı gayretini, sabırla, namazla ve duayla göstermelidir. İnsan gayret etmeli, harekete geçmeli ve her işin sonucunu Allah’a bırakarak tevekkül etmelidir.
Kaynak: Ahiret Azığı, Erkam Yayınları, İstanbul 2005