Teknoloji çağındayız desek de, hepimiz geçmişe özlem duyuyoruz içten içe. Kim istemiyor ki şehrin hengâmesinden ayrılıp, doğal bir ortamda kafa dinlemek ya da kuş cıvıltıları arasında yaşlanmak hangimizin hayali değil ki?
Gurur duyuyoruz milenyum çocuğu olmaktan. Bilgisayarın, internetin elimizin altında olmasını her yerde süslü cümlelerle anlatıyoruz. Ama hepimiz özlüyoruz merhametimizi. Eskidi artık dediğimiz alışkanlıklarımızı. Telefonun bu kadar yaygın olmadan önceki zamanlarımızı, ne de güzel ballandıra ballandıra anlatıyoruz yeni nesle. Biliyoruz hepimiz, tuhaf bir çıkmaza sürüklendiğini hayatımızın.
Farkında değiliz ya da farkında olmamıza bile izin vermiyor teknoloji dediğimiz çılgınlık. O kadar içimize işlenmiş ki, elimizde telefonlarımız, internete rahatlıkla bağlanmış olmanın verdiği ferahlık bizi bizden bile alıveriyor çoğu zaman.
Telefonlarımızın çekmediği zaman çılgına dönüyoruz adeta. Klavyeyi kullanamamak, deliler gibi yazmayı bilmemek ayıp addediliyor günümüzde. Ama nedense “Eskiden telefon mu vardı?” cümlesi hepimizin dilinde. Demek ki diyorum, özlüyoruz geçmişi. Belki de bu cümleler tam bir vicdan muhasebesinin özetidir.
İtiraf edelim hadi, delice özlem duymayı bile özlüyoruz sevdiklerimize. Telefonun saatlerce düşmesini beklemek, konuşmak ve iki lafın belini kırmak için. Ya da ailemizle zaman geçirmeyi, internetin bu kadar yaygın olmadığı zamanlardaki uzun uzun konuşmalarımızı özlüyoruz. Elbette konuşuyoruzdur hepimiz ama fırsat buldukça. Ya da bu fırsatları kaçırdıkça sadece ah etmek ile yetiniyoruz.
Kokusunu içimize çekip okuduğumuz gazetelerin özlemini de duymaktayız. Ne kadar da uzun zaman olmuştur, bir kitabevinde saatlerimizi harcamayalı. Kolaylıklar gelse de, zevk almayı öğrensek de bu faaliyetlerden, zamanla en sevdiğimiz alışkanlıklarımızı bile kaybediyoruz işte.
Ne kadar teknoloji çılgınlığına dirensem de hala yazılarımı, kalemimle tertemiz bembeyaz kâğıdıma yazmaya çalışsam da itiraf edeyim ki direnişime bazen ben de yeniliyorum. Kitaplarımın kokusunu artık daha derin bir nefesle içime çekiyorum. Açıkçası bir gün bu kokuya özlem duymaktan korkuyorum.
Evlatlarım olacak benim de diyorum (nasip ederse Yaradan) ama aynı sevinçle bir hüzün kaplıyor yüreğimi. Nasıl bir çağda yetişecekler acaba diye endişeleniyorum, seneler varken gelmelerine. Aynı evde, aynı çatı altında evladımı özlemekten korkuyorum.
Karşı değilim elbet çağımızın kolaylaşmasına. Artık zamandan tasarruf edebileceğimize ben de seviniyorum. Ama bağlı olduğumuz, bizi biz yapan değerlerden vazgeçerek, onlardan uzaklaşarak değil.
Ben memnunum karşımdakini görmeden konuşmaktan, saatlerce hiçbir amaca hizmet etmeden bilgisayarda oyun oynamamaktan. Telefonun tuşlarını çevirirken hiç yakınmıyorum, kurşun kalemimi seviyorum, yazımın puntosunu da kendim ayarlayabiliyorum.
Eğer beni ailemden, gözünün içine baktığım insanlardan uzaklaştıracaksa bu ilerleyiş, dursun istiyorum. Her ne kadar bu serzenişlerim duyulmayacaksa da Silikon Vadisi’nde. Ha bir eksik, ha bir fazla yaşıyoruz ya… Tek duam, ilerleyişimiz dozunda olsun. Özlem duymadan, değerlerimizi kaybetmeden ve keşke demeyerek yaşamımızda..