Film, Oversized Coat

Yapım, Filistin, 2013

IMDB, 8,4/10

Tür, dram

Süre, 2 sa

 

Fragmanına şu linkten ulaşabilirsiniz, https://www.youtube.com/watch?v=pvv9unOIQ9k

Nevres Ebu Salih

Filmin yönetmen koltuğunda Nevres Ebu Salih, ustalıkla oturuyor. Oyuncu kadrosundaysa Ibrahem Abu Al-Kheer, Raja’ai Alkoja, Mohammed Al Fassed, Sami Metwasi gibi isimler yer alıyor.

Nevres bey ile ilgili daha fazla şey okumak isterseniz diye minik bir derleme yaptım.

http://www.yenisafak.com/hayat/insan-insani-anlar-2469253

http://www.dunyabizim.com/etkinlik/20435/nevres-ebu-salih-sinema-ve-din-hakkinda-konustu

http://www.dunyabizim.com/soylesi/24114/basarili-bir-filistinli-yonetmen-nevres-ebu-salih

 

Filistinde’ki bir inanışa göre kişinin paltosu eğer üzerine büyük geliyorsa bu ileride onu zorlayacak, mücadele etmesi gerekecek durumlarla karşılaşacağına işarettir.

‘Bir türkü söyle anacağım bir türkü/ Vefasız hükmün yerine hançerli yolu tercih ederiz.’

Film, kurgusal yönleri olmakla beraber 1977-2000 yılları arasında Filistin’de yaşanan gerçek olaylara dayanıyor. 1977’de ilk İntifada’nın başlamasıyla zuhur eden o acı olaylara.

Doktor Ebu Sami, eşi ve küçük oğlu Sami ile beraber Ürdün’den Filistin’e dönüş yapar. Şehirdeki olaylar sırasında halktan yaralananlara yardımcı olmak amacıyla. İsrail askerlerinin acımasız yaptırımlarını bir bıçak kesiği gibi gözler önüne sermesi bakımından Büyük Gelen Palto, izlerken zaman zaman elinizle kalbinizi yoklamanız gereken bir filme dönüşüyor. Film iki ana bölümden oluşuyor diyebiliriz: Sami’nin çocukluğu ve Sami’nin gençliği.

Bir çocuğun gözünden yaşananlara şahit olmak güçlü senaryo ve güçlü bir çocuk oyuncu olan Ahmad Madani ile mümkün olabilmiş.

Sami bir gün arkadaşlarıyla sapan oynarken yanlışlıkla gözüne taş gelir ve eve koşar. Annesi bir yandan yarasını temizlerken bir yandan da Sami’nin sapanla oynamasını yasaklar. Çünkü Filistin’de çocukların sapan yapmasının cezası altı ay hapistir.

‘Filistin’de bayrağın dört rengi bir araya gelince tehlikelidir. Bu İsrail askerlerini kışkırtıyor bize ise cazip geliyor’

Filistinli halkın evlerine Filistin bayrakları asmaları yasaktır. Bu durum Sami’yi çok üzer, rüyalarına girecek kadar. Rüyasında evlerinin bahçesindeki direğe bayrak asarken İsrailli askerlere yakalandığını görür hep. Buna rağmen içindeki bayrak sevgisini bastıramaz ve bir gün annesinin kumaş yığınlarının arasından Filistin bayrağının renklerini taşıyan dört ayrı kumaş bulur ve terzi olan komşularına götürür. Kendisine güç bela bir bayrak dikmesi için komşusunu ikna eder. Ve o bayrağı daima gizlice göğsünde taşır. Fakat bir gece evlerinin bahçesindeki direğe İntifada’dan olan gençlerin astığı bayrak yüzünden Sami’nin babası İsrail askerlerinden dayak yer. Annesi de Sami’nin bayrağına el koyup bahçede yakar. Bu Sami için unutulmaz bir çocukluk yarası olarak diğer yaralarının yanında yerini almış olur böylece.

Unesco kararıyla birlikte Filistin’de yaşayan çocukların eğitim haklarının dokunulmazlığı ilan edildiği için çocuklar şehirdeki her türlü olağanüstü durumda bile okula gidebilme hakkına sahiptir. Fakat zaten bu hak, mesela şehirde sürekli yaşanan, İsrail askerleri ve direnişçiler arasındaki çatışmalar sebebiyle zorunlu olarak çocukların ellerinden alınmaktadır. Yine bir gün böyle bir çatışmanın ertesi sabahında Sami hiçbir şey olmamış gibi hazırlanır ve okula gitmek üzere yola koyulur. Sami’nin arkadaşlarından birisi ‘Okula gitmen çok tehlikeli, yolda giderken çatışma çıkabilir ve sen kurşunlara kurban gidebilirsin.’ Der. Sami’nin cevabıysa yürekleri sarsan nitelikte olur. ‘Ben insanlar ölmesin diye okula gidiyorum.’

Zaman geçer. Zaman bir şekilde geçer. Zaman dünyanın neresinde hangi durumda olursanız olun, geçer. Sami artık üniversite sınava hazırlanmaya başlamıştır. Babasının ve annesinin onun mühendis olması konusunda çokça ısrarına rağmen Sami aslında kazanamayacağı gibi bir endişeye sahiptir. Kazansa da bir kanunla okuma hakkı aniden elinden alınabilir diye pek de umutlu değildir. Fakat sınav sonuçları açıklandığında tam puana yakın bir puanla üniversite sınavını kazanır. Bu Filistinli bir genç için büyük bir umuttur.

‘Kontrol noktaları mutluluğu engelliyor.’

Sami, bavulunu hazırlayıp dualarla yola çıkar, yeni hayatına, üniversite okumaya doğru. Filistin’de şehirlerin giriş çıkışlarında kontrol noktaları bulunur. Ve buradaki işkence de şudur: insanları haddinden fazla bekletmek. Ve sudan sebeplerle bazı insanların geçişlerini yasaklamak.

İşte Sami kontrol noktasına geldiğinde sonraki zamanda üniversitede çok samimi olacağı arkadaşı Fadi ile tanışır. Fadi gazetecilik okuyacaktır. Sami ise mühendislik.

‘İsrail ordusunun Filistinlileri öldürmek için en küçük bahanesi emirlere uymamaktır.’

Üniversite biraz daha özgür hareket edebildikleri bir ortam oluşturur gençler için. Fadi, bir topluluk kurmuş ve kamerasıyla İsrail’in yaptığı acımasızlıkları dünyaya duyurmayı amaç edinmiştir. Sami’de bu topluluğa katılmış beraber koşturmaktadırlar. İşte yine böyle bir çalışma yaparken okulu basan İsrail askerleri tarafından öldürülür Fadi… Sami’de yaralanmıştır.

‘Kamera bombadan daha güçlüdür.’

Gözlerini açtığında babasını başında bulur. Fadi’nin ölüm haberini babasından alır. Bu onu çok üzer. Ama zaten sürekli çok üzülen bir insanın bir kez daha üzülmesi çok da bir şey değiştirmez diye düşünmeyin. Sami’de çok şeyler değiştirecektir, Fadi’nin ölümü. Babası Sami’nin tehlikeden uzaklaşması ve eğitimi daha kolay tamamlaması için onun kaydını gizlice alıp Ürdün’deki bir üniversiteye aktarır ve bir gün Sami’yi evden zorla alarak Ürdün’e götürür. Sami iyileşip okula döndüğünde mühendislik bölümünü bırakarak, gazetecilik bölümüne geçiş yapar. Dostu Fadi’nin hayalini gerçekleştirmek için.

‘Tek başına cesaret yetmez. Taş bir çığlıktır. Keşke dünya bunu duyabilse.’

Gazetecilik bölümüne geçtiğinde ilk dersinde hoca şu cümleyi söyler ‘Her çerçevenin yıkılması gerekir. Çünkü bu hayale vurulmuş bir engeldir.’ Ve Sami bir bir bütün çerçeveleri yıkmak için arkadaşı Enver ile beraber kolları sıvar. Fadi’den kalan kamerayla beraber İsrail’in Filistin’de yaptığı insan hakları ihlallerini anlatan filmler çeker. Ve dünyanın çeşitli yerlerine yollar. İlk filmlerini yasal olmayan yollardan, yani kanalizasyon borusundan Kudüs’e geçerek ‘Mekanın Hatırası’ ismiyle çekerler. İkinci filmleri ‘Bir Yerleşim Yerinin Hayatı’ ismiyle yasaklı bölgede, üçüncü filmlerini de Filistinli halka yasak olan sularda çekerek, büyük bir dikkati üzerlerine ve Filistin meselesine çekmeyi başarırlar. Artık gazeteler sürekli bu filmlerden bahsetmektedir. Ve bu durum İsrailli askerlerin hiç hoşuna gitmemektedir. Sami’nin çocukken yaşadığı yerden sorumlu olan İsrail komutanın denetimindeki birisinin böyle filmler yapması sebebiyle komutan kınanır. Ve olayı temizlemesi emredilir. İşte bu noktadan sonra zuhur eden olayları da izleyip öğrenmenizi isterim.

Son olarak… Film gösterimine yönetmenle beraber katılma şansına sahip oldum. Ve film sonrasında ufak bir söyleşi yapıldı. Söyleşide Nevres Ebu Salih’in bahsettiği konuları aktarmak istiyorum.

Nevres Ebu Salih: ‘Hangi meselenin sorununu taşıyorsan o senin için büyük gelen bir paltodur. Şu anda aslında her birimiz kendine has büyük gelen paltosunu giymekte. Bu filmi çekerken bazı sıkıntılar yaşadık. Çünkü bu film ticari amaçla çekilmiş bir film değil. Siyasi bir meseleyi gündeme getirmeyi amaçlayan bir film. Bu da yapımcılar tarafından çokça tercih edilen bir durum değil. Dolayısıyla Filistin meselesini desteklemek isteyen kişilerden maddi yardım toplamak durumunda kaldık. Finansör bulma meselesi yaklaşık iki yılımızı aldı. Film yarım milyon dolar bütçeyle çekildi. Bütçemiz genel film yapımları düşünüldüğünde çok da büyük bir rakam değil. Bu bütçeyle filmi çekmemizi sağlayan şey; oyuncuların, ekibin vs bizimle yardımlaşmış olmasıydı. Bizim asıl karşılaştığımız sorun toplumun sinema hükümetini bilmiyor olmasıydı. Bu bizim için maddi problemden daha büyük bir problemdi. İnsanlar bir mescit yapımı için ya da zor durumda olan insanlar için bağışta bulunabiliyorlar ama bir film için bağışta bulunması gerektiğini veya bunu nasıl yapacağını bilmiyorlar. Halbuki sinema insanların bakış açısını değiştirmek için çok büyük bir araç. Maalesef birçok Arap ve İslam Devletinde sinemanın durumu bahsettiğim gibi. Bilincin sinemayla değiştirilebileceğine inanmıyorlar. Mesela işgalci İsrail’in birçok film yaptığını görüyoruz. Dolayısıyla o basının kıymetini biliyor ve onun toplumdaki etkisinin farkında. İşgalleriyle eş zamanlı olarak filmi kullanıyorlar. Bu tüm dünyada hatta Arap dünyasında Filistin meselesinin olduğundan farklı anlaşılmasına sebep oluyor. Hatta Türkiye’de Türk Sineması ve Türk dizileri de aynı problemleri yaşadı. Yeni yeni gerçek Türkiye’nin değerlerini ele alan film ve dizilerin yapıldığını görüyoruz. Neredeyse her konuşmamda bu örneği anlatıyorum. Türkiye’de metrodaydım, bir genç gördüm baya böyle bizim ‘tiki’ dediğimiz tiplerdendi. Kıvırcık saçlı, farklı bir giyimi var. Ama dikkatimi çeken şey şuydu, Kayı/Ertuğrul yüzüğünü takıyordu genç. Bu söz konusu dizinin toplumdaki etkisinin en güzel örneklerinden birisidir. Bu durum, filmin o gencin hayatındaki etkisini onun bilincini nasıl değiştirdiğini gösteriyor. Her ne kadar yaşam tarzı modernist bir yaşam olsa dahi kendi köklerine dönüp bir bağlantı kurabiliyor. Söz konusu dizinin başarısının Türkiye sınırlarını aştığını hepimiz biliyoruz. Bütün bunlar sinemanın önemini ve nasıl izleyiciyi etkilediğini gösteriyor. Ben ‘Büyük Gelen Palto’nun’ bu alanda yapılmış en iyi film olduğunu söylemiyorum. Bu film benim bu alandaki ilk adımım. Bu yüzden Filistin meselesi hakkında konuşmak için daha fazla filme ihtiyacımız var. Bizden başkası bizim hakkımızda ‘doğru’ bir film yapmayacak. Dolayısıyla bizim bu işi yüklenmemiz gerekiyor. Çünkü eğer biz değil de başkası yaparsa film onların değerlerini yansıtacak. Vermek istedikleri değerleri verecekler. Vermek istemediklerini de saklayacaklar. Sinemanın kıymetini daha iyi anlamamız onu şu an olduğundan daha fazla yüceltmemiz gerekiyor. Böylelikle gençlerimizi doğru yöne yönlendirebiliriz. Hem Türkiye’de hem Arap İslam Devletlerinde, halkın doktorları, mühendisleri sevdiğini biliyoruz. Ben mühendislik bölümünden mezun olduğumda ganom 89 küsürdü. Babam doktordu ve ben tıp okumadım ama yine de beni mühendisliğe yönlendirdi. Ama sinemaya/basına olan meylimi fark ettiğimde mühendisliği bırakıp basına geçtim. Ama şunu da kabul etmeliyiz ki bizim sanata/sanatsal işlemlere bakış açımız bu: eğer bir insan sanatla uğraşıyorsa bazı değerleri artık önemsemiyordur, kıvırcık saçlıdır mesela şekil a da görüldüğü gibi(gülüşmeler). Bu aynı zamanda klasikleşmiş bir portredir. Bunun nedeni de belli değerlere sahip olan kişilerin bu alanı ihmal etmiş olması. Şöyle bir algı vardı, resim günahtır, müzik günahtır. Bu da bizim basın alanında gerilememize neden oldu. Televizyonu açtığımızda başkalarının dizilerini başkalarının filmlerini izliyoruz. Daha sonra onları lanetliyoruz. Böyle bir durumda bizim onları kötülememiz hiçbir işe yaramaz. Aksine bizim harekete geçip kendi filmlerimizi kendimiz yapmamız gerekir. Benim gördüğüm çözüm bu, hepinize teşekkür ediyorum.

filmin müzikleri de çok başarılıydı. Belirtmeden geçmek istemem.

İyi seyirler!