Yeryüzüne birçok şeriat geldi ama hepsi insanoğlu tarafından tahribe uğradı. Yüzler Hanif dininden putlara çevrildi ve ahlak nizamı baştan aşağı bozuldu. İnsanlık, bir a’mâ kadar körleşmiş, bir sağır kadar duymaz hale geldi. Körleşmiş ve sağırlaşmış bir kavme devrim niteliğinde nizam gelemezdi, o yüzden İslam tedrici davrandı. Kısacası, insan olgunlaştı ve İslam geldi. Beşeriyet çocukluktan çıkmış ve sinn-i kemâle erdi. Nihayet Cenab-ı Hak, hâtemü’l- edyan olmak üzere bu dini gönderdi. Bu çağrıya gönül verenler de olacaktı, inkarda ısrar edenler de…

“Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?”

Bu yol çileli ve bir o kadar da saadetliydi. Çile yolunu seçen erbâb-ı iman, Allah’ın izniyle hakikati ihya etmiş ve bulutlardan dökülen rahmet misali yeryüzüne can verdi. Onlar evâmir-i diniyeyi ihya ediyordu.

Müslüman’ın başını önüne eğdiğine bakmayın. İslam, tağuta ve cahilliyeye baş kaldırdı, sırça saraylarda yaşayan kralların rahatını bozdu ama fakire yaşama hakkı verdi, sırf renginin farklı olmasından dolayı insan kabul etmedikleri siyahileri köleleştiren zihniyete  ‘Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse onu dinleyeniz ve itaat ediniz’ diyerek, “dur” dedi.  Kız çocuklarının kandırılarak sokuldukları çukurdan çıkardı, yüzlerindeki çamuru sildi, şan ve şöhretlerini iade etti ve onları daima korumaları için de örtünmelerini emretti. Sonu olmayan kindarlıklara, bitmek bilmeyen borçlara, nesepsizliğe ve daha nice zulümlere başını eğerek, baş kaldırdı.

Kalpleri katılaşmış insanlara merhametin ve aklın ne olduğunu bildirdi. Kendisini öldürmeye gelenleri, tebessümle karşıladı, devrin en katı insanını İslam’la şereflendirerek adalet timsali haline getirdi. İnsan doğasına zerrece ağırlığı olmadan, kırbaç darbeleriyle nefsi terbiye eden İslam, nice nesiller geçmesine rağmen Asr-ı Saadet’te yaşan ashab gibi bir topluluğun gelmesine halen ışık tutmaktadır.

İlmin değer görmediği bir coğrafyada “Oku” emrini verdi, ilmin memleketi olmayacağını, Çin’de veya Bağdat’ta dahi olsa alınmasını gerektiğini izah etti. İslam’ın açtığı pencereden nice alimler yetişti. Kavimlerini ve atalarını gurur vesilesi kılanlara karşı durdu, kavimlerin veya ırkların bölünmesinin tek bir sebebi olduğuna işaret etti.

“Ey insanlar, gerçekten, bizi sizi bir erkekten ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizleri halklara ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır.”

İslam, kavimcilik karşısında duruşunu Peygamber diliyle, Kur’an diliyle ve tüm İslam şahsiyetleriyle defalarca zikretti ve soyun değerli olmadığını, takvanın nimet olduğunu bildirdi.

İslam nizamı öyle bir zamanda gelmişti ki, insanoğlunun insan olduğunu unuttuğu vakitte, aklının fonksiyonunu kaybettiği bir zamanda ve tüm insanî duygularını kenara bıraktığı bir asırda “merhamet” emrini verdi. Daha sonraları, merhametsiz âdemoğluna “Ey akıl sahipleri” diye hitap ederek düşünmelerini istedi, düşünmelerinin yanında “Ey insanoğlu” diyerek de onlara insan olduklarını hatırlattı.

İslam, âdemoğlunun ‘insan’  ve ‘akıl sahibi’ olduğunu ifade ederken, insan demeye çekindiğim bazı güruhlar, insanların en şereflisi Efendimiz’in mübarek başından pislikler saçmış, Mekke’de yürüyüş yollarına dikenler ekmişlerdi… Efendimiz kurtuluşları için düştüğü Taif yolunda taşlanmış, kendi kavmi tarafından dışlanmış ve alay edilmişti. Oysa Efendimiz bu yapılanları sanki yapılmamış gibi kabul ederek ‘Ya Rabbî, onlar bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı.’ sözüyle merhametini ve şefkatini izhar etti. İslam nizamı, merhamet ve şefkat üzerine kuruldu çünkü teslimiyet dini, rahmettir.

“(Resûlüm!) Biz, seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.”

Dünya üzerinde yolsuzluğa, adaletsizliğe veya merhametsizliğe baş kaldıranlar oldu. O halde, sessiz direnişlerden örnek verebilir miyiz? Kendi coğrafyamıza baktığımız zaman direnişlere  ‘Arap Baharı’ diyoruz ama ‘Arapların Kışı’ haline çoktan gelmedi mi? Fakat İslam, merhamet ve şefkat üzerine inşa edildi. İlk tebliğinde Peygamber Efendimiz, bir dağın üstüne çıkarak  ‘Muhammed’ül Emîn’ olduğunu –müşriklere bile- tasdik ettirdi. Kudretli Peygamber (s.a.v), zulümlerine rağmen zalimlere şefkat ve merhametle yaklaştı. Sövüşler, dövüşler, ancak sefil maksad taşıyan erâzile yakışır.

“Firavun’a gidiniz, çünkü o azdı. Kendisine yumuşak söz söyleyiniz; belki aklını başına alır, yahud içine korku gelir.”

Sultan-ı Zişan, zulüm sahiplerine bile  ‘bugün sizlere kınama yok.  Allah sizi affetsin!…’ diyerek,  hesap görenlerin en hayırlısına iltica etti. Müşkilini Firavun bile olsa güzel konuşarak anlatmalısın. Azimsizlik ve terbiyesizlik Müslümanları öldüren zaaflardır. Zaaflardan bir an evvel kurtulup, kaybettiğin nizamı ‘şefkat’ ve ‘merhamet’ yoluyla geri almalısın.