Âlemleri yoktan var eden Allah-u Teâlâ’ya hamd-ü senâlar olsun. Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e (s.a.v), makamına ikram edeceğin, kıyamet günü şefaat makamında rızasına ulaştıracağın salât ile salât ve selam eyle.

Abdurrahman Câmî’n (rah.) müellifi olduğu Nefahâtü’l-Üns adlı hidayet rehberi eserden rivayetle:

“Abdullah ismindeki zât anlatıyor: İlim için Bağdat’a gittim. İbü’s-Sekkâ isminde bir arkadaşım vardı. Ben Bağdat’ta Nizâmiye Mederesi’nde ibadetle meşgul olur, evliya ve sâlihleri ziyaret ederdim. Bu sıralarda Bağdat’ta bir zât vardı. Kendisine ‘Gavs’ denirdi. O, istediği zaman insanların gözünden kaybolur, istediği zaman gene görünürdü. Ben, İbnü’s Sekkâ ve o zamanlar genç yaşta olan Abdülkâdir Geylanî, üçümüz o zâtı ziyaret etmek istedik. Yolda giderken İbnü’s Sekkâ:
– O zâta soracağım, cevabını bilemeyecek, dedi. Ben de:
– Ben de bir suâl soracağım. Bakalım nasıl cevap verecek, dedim. Şeyh Abdülkâdir de:
– O zâta suâl sormaktan Allah’a sığınırım. Onun huzuruna varıp feyiz ve bereketinden istifade edeceğim, dedi. Yanına gittiğimizde yerinde göremedik. Ancak bir saat sonra yerine oturduğunu görebildik. Öfkeli bir şekilde İbnü’s Sekkâ’ya baktı ve:
– İbnü’s Sekkâ! Sana yazıklar olsun. Demek ki bana cevabımı bilemeyeceğim bir suâl soracaktın. Senin soracağın suâl şudur, cevabı da şudur. Küfür ateşinin seni kapladığını gördüm, buyurdu. Sonra bana baktı ve:
– Abdullah! Sen de bana bir suâl soracak ve nasıl cevap vereceğime mi bakacaktın? Senin soracağın sıâl şudur, cevabı şudur. Sen de sû-i edepten bulunduğun için dünya seni boğazına kadar kaplayacak, buyurdu. Sonra genç yaşta olan Abdükâdir’e baktı ve:
– Yanıma gel, ey Abdülkâdir. Edebe riayetinden dolayı Allah ve Resûlü (s.a.v) senden razı oldular. Senin Bağdat’ta minbere çıkıp ‘Benim şu ayaklarım, bütün evliyanın boyunları üzerindedir.’ dediğini, zamanındaki bütün evliyaların senin büyüklüğün karşısında boyun büktüğünü görüyorum, buyurdu.

Şeyh Abdülkâdir hakkında dedikleri aynen tahakkuk etti.

İbnü’s Sekkâ, ilim tahsiliyle meşgul oluyordu. İlimde arkadaşlarını geçti. Zamanın halifesi, onu Hıristiyan alimleriyle münazara için bir mektupla, Rum kralına gönderdi. Münazarada onları susturdu. Kralın huzuruna çıktı. Kral ona ikram ve tazimde bulundu. Kralın bir kızı vardı. İbnü’s Sekkâ, onu görünce tutuldu ve kraldan istedi. Kral, Hıristiyan olması şartıyla kabul etti. İbnü’s Sekkâ da Hıristiyan oldu ve o kızla evlendi. İşte o zaman şeyhin sözlerini hatırladı ve bu olanların sebebini anladı.

İbnü’s Sekkâ, hafız idi. Ölmeden önce hasta olduğunda “Kalbinde Kur’an-ı Kerim’den bir şey kaldı mı?” diye soruldu. Dedi ki “ Allah hepsini bana unutturdu. Sadece ‘Bir zaman gelecek o küfredenler keşke Müslüman olsalardı, diye temenni edecekler.’ ayetini unutmadım.”

Ben de Dımaşk’a gittim. Sultan Nureddin beni zorla vakıfların başına geçirdi. Dünya, bana yöneldi. Şeyhin benim hakkımda söylemiş olduğu şey de böylece tahakkuk etti.”

Bu alim kişilere edepsizliğinden veya edebinden dolayı ne olacaklarını söyleyen zât, Nakşibendi tarikatın piri, Gavs-ı Azam Yusuf el-Hemedânî’dir. Abdülhâlik Gucduvanî ve Ahmed Yesevî’nin (k.s) mürşididir.

Allah, hepimize Allah dostlarının duâsını almayı nasip eylesin.

Kaynak: Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyye – Fazilet Neşriyat, 2014