“Hiç şüphe yok ki bu gerçekten zor bir imtihandı.”
– Saffât Sûresi, 106

Allah’ım! Tertemiz, çok ve bereketli hamd sana mahsustur. Allah’ım! Yağmur ve yağmur tanecikleri sayısınca Efendimiz Muhammed’e (s.a.v) salât ve selâm eyle.

Kurban ibadeti zor bir imtihan olarak başlamış olsa da, Hz. İbrahim’in (a.s) nefsini Allah’a kurban etmesiyle beraber Müslümanlar için kolaylaşmıştır. Nitekim tüm semavi dinlerde ibadet halini almıştır. Kurban farizasının İslam’daki delili ise Kevser Sûresi’dir. “Şüphesiz biz sana Kevser’i verdik. O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir.” 

Sûre-i Kevser üç ayetten müteşekkil olup Mekkî’dir. Sebeb-i nüzûlünü ise Şeyh Seyyid Abdülkâdir Geylânî’den (k.s) okuyalım:
Hz. Peygamber (s.a.v) Sehm b. Amr oğulları kapısının önünden Mescid-i Haram’a girmişti. O sırada Kureyş’ten bir grup Mescid’de oturuyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v) yürüyüp onlara selam verdi ve oturmadan Safa kapısından dışarı çıktı. Çıkarken ona baktılar ama girdiğinde onu görmemişlerdi. Safa kapısından çıkarken As b. Vâil ile karşılaştı. O sırada Hz. Peygamber’in (s.a.v) oğlu Abdullah yeni vefat etmişti ve bir kişi, kendisine mirasçı olarak bir erkek bırakmadan öldüğünde ona ebter/soyu kesik derlerdi. As b. Vâil Kureyşli grubun yanına varınca “Safa kapısında karşılaştığın kimdi?” diye sordular. O da “Ebterin teki!” diye cevap verdi. Bunu üzerine “Asıl sana dil uzatan ebter/ soyu kesiktir “; yani her türlü hayırdan yoksundur. Sen ise Ey Muhammed, ben anıldıkça senin adın da benim adımla birlikte anılacak.”

Hz. Muhammed’in (s.a.v)  oğlunun ölümü müşrikler tarafından kusur kabul edilirdi, şeriat-i İslam’a ittiba eylememek için daima ileri sürerlerdi. Bu durum ashâb-ı kirâmı çok üzüyordu. Bu sûre, erbab-ı İslam’ı ferahlandırmak ve tuğyanı mebhût bırakmak için nazil olmuştur. Nitekim Hz. Allah (c.c), Peygamberine dil uzatanları cehenneme göndermiş, onların soyunu ebter/kesik bırakmış ve Peygamber’in (s.a.v) ise şan ve şerefini yüceltmiştir. Bu sûre-i kerime ile Hz. Peygamber’e (s.a.v) kurban farizası farz kılınmıştır. Bu ibadet için Hz. Tâhir Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar, her sene ev halkına kurban kesmek vaciptir.” (Tirmizi, Edahi 18, İbn Mace)

Ahmed b. Hanbel, İmam Malik ve Şâfiî’e göre gücü yetenlerin kurban kesmeyi terk etmesi hiç iyi olmaz. Hanefi’ye göre ise kurban kesmek vâcibdir.

Hz. İbrahim (a.s) Nemrud’un ateşinden kurtulunca terk-i diyar eylemiş ve Allah uğruna ilk defa hicret eden kişi olmuştur. Mukaddes topraklara gelince “Rabbim! Bana hayırlı, faziletli kullarından olacak bir evlat bağışla” (Saffât, 100) diye dua etmiştir. Nitekim “Biz de ona yumuşak huylu, ağır başlı, sabırlı bir evlat bağışlayacağımızı müjdeledik.” (Saffât, 101) ayet-i kerimesi nazil olmuştur. Kimi âlimler müjdelenen evladın İshâk (a.s) olduğunu söylerken, kimi âlimler de İsmail (a.s) olduğunu ifade etmişlerdir. Bizlerin ilmi sınırlı olduğundan, Kur’an-ı Kerim’in üslubu üzerine “müjdelenen evlat” olarak bahsedelim.

Hz. İbrahim’in (a.s) oğlu koşup oynayacak ve babasıyla dağlara gidecek yaşa geldiğinde Hz. İbrahim şöyle dedi: “Canım oğlum rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm. Bir düşün, bu işe ne dersin?” (Saffât, 102)  Daha önce Hz. İbrahim (a.s) böyle bir adakta bulunmuştu. Allah ise vaadinden geri dönmez, söz verenin sözünü tutmasını ister ve söz tutanları sever.

Hz. İbrahim’in (a.s) müjdelenen evladı: “Babacığım, sana emredilen şeyin gereğini yap.” (Saffât, 102) Kurban etme girişiminden önce müjdelenen evlat oruç tutmuş ve namaz kılmıştı. Bunu üzerine Hz. İbrahim (a.s) nefsini de oğlu ile beraber bıçak altına yatırmıştı. Elbette ki, bu çok zor bir imtihandı. Belki Hz. İbrahim (a.s) oğlunu bizatihi kurban etmek istememişti ancak Allah’ın emri açıktı. Belki melekler de Allah’a (c.c) yalvarmışlardır ama Allah-u Teâlâ’yı (c.c) kararından kim geri döndürebilirdi. İbrahim (a.s) karşısına şeytan da çıksa taşlamış, nefsi çıksa “Allah bana yeter, o ne güzel vekildir” zikrini çekmiştir ama Allah’a verdiği adağı yerine getirmekten geri durmamıştır. Müjdeler olsun ki Allah (c.c), Hz. İbrahim’e (a.s) buyurdu: “Biz çocuğun yerine fidye olarak İbrahim’e değerli bir kurban kesmesini emrettik.” (Saffât, 107)

Hz. İbrahim (a.s) sonradan gelenler için güzel bir nâm bırakmış ve Allah’ın selamına mazhar olma makamına erişmiştir. Bu hikmetleri saymaktaki amacımız evâmir-i ilâhiyeden başka kurtuluş yolu olmadığı ve biz Müslümanları kurtaracak yegâne ip şer’i-i mübîne olduğunu göstermektir. Ahretimizi nefsimize, şeytana ve dünya debdebesine kurban etmeden, bizler nefsimizi Allah yolunda kurban edelim. Ahir zaman fitnelerinden bizleri koruyacak vesilelerin kapılarını çalalım, geç olmadan tövbe edelim. Hz. İbrahim’in (a.s) oğlu kurban edileceğini öğrendiğinde, Allah’ın emrinin yerine getirilmesi gerektiğini söyledikten sonra şöyle buyuruyor: “Allah’ın izni ile benim sabırlı biri olduğumu göreceksin.” (Saffât, 102)

Hz. İbrahim (a.s) oğlunu çok sevdiği için onu kurban etmekle imtihan edilmiş; Hz. Yakup (a.s) oğluna çok bağlı olduğu için Hz. Yusuf’tan (a.s) 40 yıl ayrı kalmakla imtihan edilmiş; Hz. Muhammed (s.a.v)  de torunlarını çok sevdiğinden Cebrail (a.s) gelerek, birinin zehirleneceğini, diğerinin ise katledileceğini bildirmişti. Allah, hiçbir yerde kendisine şeriklik kabul etmediği gibi, sevdiği kullarının kalbinde bir başkasının kendisine ortak olmasını kabul etmez.

Asr-ı Saadette Bayram

Hz. İbrahim’in (a.s) oğlunun kurtuluşu kendisine bayram olduğu gibi Allah (c.c) bu vesileyle, Müslümanlara sayılı günleri bayram kılmış ve içinde nice güzellikler, bereketler ihsan etmiştir. Kurban bayramını Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile birlikte ashâb-ı kiram da büyük bir coşkuyla kutlamıştır. Enes b. Malik’ten nakledildiğine göre Hz. Rasûlullah (s.a.v) boynuzlu alaca renkte iki koç kurban etmiştir. Hz. Habibullah (s.a.v) onlardan birini yere yatırdı ve “Bismillah, Allâh-u Ekber. Allah’ım! Bunu ben ve ailem adına kesiyorum.” Sonra diğerini yatırıp “Bismillah, Allâh-u Ekber. Allah’ım! Bunu ben ve ümmetim adına kesiyorum.” buyurdu.

Ashab-ı kiram, Peygamber Efendimize (s.a.v) şiddetle bağlanmışlardı ve hatta “Anam ve babam sana feda olsun Ya Rasûlullah!” diyerek itaatlerini dilleri ile ikrar etmişlerdir. Hz. Peygamber’in (s.a.v) her sözünü ve fiilini kayıt altına almışlar ve ellerinden geldiğince hayatlarında tatbik etmeye çalışmışlardır. “Peygambere itaat, Allah’a itaattır.” ayet-i celilesi gereğince bir an olsun Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) yolundan sapmamışlardır. Öyle ki, bu devre “Asr-ı Saadet” denmiş ve bu ashaba “yıldızlar” benzetmesi bizatihi Allah’ın Rasûl’ü diliyle yakıştırılmıştır. Peki, Peygamber Efendimiz (s.a.v) zamanında bayramlar nasıl kutlanmıştır?

Hz. Peygamber (s.a.v) bayram geceleri ibadetle geçirirdi. Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kim bayram geceleri kalkıp karşılığını Allah’tan bekleyerek namaz kılar, geceyi ihyâ ederse kalplerin öldüğü din günü kalbi ölmez.”

Bayram namazından önce yıkanır, güzel elbiselerini giyer ve güzel kokular sürünürdü. Gene bayram namazı öncesi birkaç hurma yerdi. Enes bin Malik (r.a) bu hurmaların tekli sayılar olduğunu rivayet etmiştir. Abdullah b. Ömer’den rivayetle Efendimiz (s.a.v) bayram namazına başka yoldan giderdi, namazı kıldıktan sonra ise başka bir yoldan geri dönerdi. Ashâb-ı kirâm, sabah namazını mescitte kılardı ve sanki başlarında kuş varmış gibi Efendiler Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v) beklerdi ve yalnızca ibadetle meşgul olurlardı. Efendimiz (s.a.v) gelmeden önce mescit temizlenirdi ve Hz. Ahmed (s.a.v) bayram namazını kıldırırdı. Öyle ki, bayram namazına Peygamberin eşleri ve kızları da iştirak ederlerdi. Ashâb, Hz. Peygamber (s.a.v) ile bayramlaşırdı.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) her zaman çocuklarla ilgilendiği gibi bayramlarda da onları unutmamıştır. Bir bayram sabahı sokaktan geçerken çocukların gülüp, oynadıklarını ancak kirli ve eski elbiseli bir çocuğun onlardan ayrı durduğunu görmüştür. Kimsesizlerin kimsesi Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur:
Sen niçin oynamıyorsun oğlum?
– Benim babam şehid oldu. Annem de evlendi. Üvey babam beni istemiyor. Efendimiz şefkat dolu sesiyle buyurmuştur:
Benim baban, Aişe’nin annen, Hasan ve Hüseyin’in de kardeşlerin olmasını istemez misin? diye sordu. Kimsesiz olan çocuk Efendimiz’in (s.a.v.) boynuna sarıldı ve misk gibi kokusunu içine kadar çekti. Efendimiz (s.a.v), çocuğu evine götürdü, yedirdi, içirdi, giydirdi.

Hz. Muhammed (s.a.v) ile bayramlaşmak, musâfahalaşmak ne büyük bir saadettir ki, sadece Asr-ı saadette, ashâbların en güzeline nasip oldu. Bayramların mahkûmlar için müjde, çocuklar için güzellikler olduğu günlere gidelim ve Osmanlı Devlet’inde bayramların nasıl kutlandığına bakalım.

Osmanlı Devleti’nde Bayramlar

Osmanlı Devlet’inde bayramlaşma merasimi, kanunname halini ilk defa Fatih Sultan Mehmed Han döneminde almıştır. Bayramlaşma merasimi ile ilgili tüm işler ise teşrifat kalemi tarafından görülmüştür. Bayram merasimleri “Arefe Divanı” ile başlardı. Bu divan arefe günü öğle namazıyla başlar, ikindi vaktinde mehter takımı nevbet vururdu. Padişah ile beraber dualar yapılır, Fatiha’lar okunurdu. Birun, Enderun ve Ocak ağalarına hediyeler takdim edilir ve bayram tebrikleri kabul edilirdi.

Padişah, bayram sabah namazını Hırka-i Saadet dairesinde veya Ağalar Camii’nde kılardı. Hırka-i Saadet dairesi önünde tahtına kurulur ve güzel sesli Enderun hafızları Kuran-ı Azim-ü Şan okurlardı. Mehter takımı nevbet vurmaya başlar ve topluluklar “Ömrün uzun olsun/ Iydin said olsun” diye duâ ederlerdi. Diğer taraftan padişah ile bayramlaşacak olan devlet erkânı Ayasofya Camii’nde bayram namazını kılar ve daha sonra arz odasında, teşrifat kalemince belirlenmiş yere geçip beklerlerdi. Padişah, tahtın bulunduğu arz odasına gelirken görevliler “Aleyke avnullah” – “Allah’ın yardımı üzerine olsun” diye seslenirdi.

Padişahın bayram merasimini ezbere bilmesine gerek görülmezdi çünkü gerekenler padişaha usulünce hatırlatılırdı. Padişahın ayağa kalkması gerekirse görevliler “Hareket-i hümayun padişahım, devletinle bin yaşa!“, oturması gerektiğinde de “İstirahat-i hümayun, devletinle bin yaşa!” diye seslenilirdi. Bu sıralarda mehter takımı nevbet vurmaya devam eder ve Sarayburnu’ndan top atışları yapılırdı. Bu durum bayramın son günü ikindi namazına kadar devam ederdi. Saraydaki bayramlaşmadan sonra padişah kıyafetlerini değiştirir ve saraya yakın olan Ayasofya veya Sultanahmed Camii’lerinde bayram namazını edâ ederdi. Padişah haremden çıkar ve süslenmiş olan atına binerdi. Devlet erkânı da gereken tertipte padişahı takip ederlerdi, namazdan sonra aynı düzen içinde saraya dönülürdü. Solaklar ve poylaklar sokaklara doluşurdu ve ihtişamlı bir manzara ortaya çıkardı. Fransız seyyah Paus Lucas bayram alayını şöyle tasvir etmiştir:
At üzerindeki padişahın ihtişamı hiçbir şeyle mukayese edilmez. Bindiği ve yedekte götürdüğü atlar yeryüzünün en güzel atları idi. Atların güzelliği ve koşumlarının zenginliği ve subayların çokluğu içinde alay intizam ve hem kendisinden hem de seyreden halktan gelen dikkate şayan bir sessizlik içinde yol alıyordu. Gerçekten de dünyanın en eğlenceli ve en meraklı gösterisi idi.

Padişaha aynı zamanda Ermeni ve Katolik patriği, Ordotoks Metropolitleri ve Karadağ Prensi tebrik mesajlarını iletirlerdi.

Kurban bayramlarında padişah için 9 baş hayvan kesilirdi. Bunların ikisi arefe günü boğazlanırken, diğer yedisi bayram sabahı hünkâr merasimden sonra saraya dönerken, binek taşı önünde kesilirdi. İlk kurban padişahın elinden bizatihi kesilirdi. Saray-ı hümayundan sonra bayram ziyafetleri ve eğlenceler başlardı. Helvahaneden gümüş tabaklarda helvalar dağıtılırdı. Yeniçeriye kızarmış koyun ve çörek ikram edilirdi. Bu merasimler sonunda padişah haremiyle bayramlaşırdı. Bayramın diğer günlerinde de çeşitli merasimler gerçekleşmeye devam ederdi.

Âlim ve bürokrat arasında bayramlaşma merasimi gerçekleştiğinde ise, âlim olan kişi binek taşında karşılanır, iki ağa koluna girer ve efendinin huzuruna çıkarılırdı. İlk olarak gümüş tepside şekerleme ikram edilir, daha sonra kahve ve ayrı bir tabakta peynir şekeri ikram edilirdi. Hane sahibini tarafında tekrardan şekerleme ikram edilmesi bayramlaşmanın bittiğini ifade etmekteydi.

Hane sahipleri kurbanlarını 10-15 gün önceden hazır ederlerdi. Kurbanlar yıkanır, zeytinyağı ile yağlanır ve en güzel otlarla beslenirlerdi. Yeni evlenecek olan çiftler kurbanlıklarının boynuzlarını altın yaldıza boyarlardı. Kurbanlarının çeşitli yerlerine de kurdeleler bağlarlardı.

Bugün için çoğu kesim yerinde kesimin hızlı olması için unutulan kurbanın gözlerini bağlama geleneği, kesinlikle Osmanlı ahalisi tarafından ihmal edilmezdi. Kurbanın kanının akması için açılan çukur üzerinde, koku yapmaması için buhurdanlıklar gezdirilirdi. Kurban eti üçe ayrılırdı; üçte biri hane halkına, üçte biri medrese talebelerine ve son kısmı ise dullar, yetimler ve öksüzlere dağıtılırdı. Kurban sahibi ibadetini gerçekleştirdikten sonra iki rekat şükür namazı edâ ederdi. Bayramlarda et tüketimi aşırı olduğundan sindirim sisteminin rahatlaması için turunç reçeli mutlaka sofralarda yerini alırdı.

Bayramlar, Osmanlı ahalisi için sevinç ve müjde kaynağı olurdu. Bayramın tespitinden sonra bayram gecesi bütün minarelere kaftanlar giydirilirdi. Şehrin bütün hamamları sabaha kadar açık olurdu. Şehrin bütün sokakları gül suları ile yıkanır ve her yerden gül kokuları yayılırdı. Bütün gece sabaha kadar mahallede davulcular naralar söylerdi: “Bu sabah yatma / Kalkın Hakkın niyazına / Abdest alın komşular / Bayram, sabah namazına”

Bayramlarda asker ve memura çift ikramiye maaş verilirdi. Sultanahmed, Süleymaniye, Ayasofya, Fatih Camii gibi büyük camilerde “kürk bahası” adıyla hediyeler dağıtılırdı. Hapishanedeki mahkûmlardan cezasının üçte ikisini çekmiş olanlar af edilir ve hapishanedeki mahkûmlara helvalar dağıtılırdı. Zaptiyeye bir adet fes ve püskül ikram edilir, ücreti ödenirdi. Osmanlı beldelerinin ekseri çeşmelerinden şerbetler akıtılırdı. Sultanahmed meydanı ve daha nice meydanlar şenlik alanına dönerdi. Hacivat – Karagöz, Meddah ve Sırık bacaklı hokkabazlar çocukların bayramını bayram ederlerdi. Zenginler borçluların borcunu öderdi. Avrupa’da daha barut manası ile yer edinmemişken barutlu havai fişek gösterileri yapılırdı.

Nerede o eski bayramlar?” diyesi geliyor insanın. Kurban bayramı, Müslümanlar için bir sevinç ve mutluluktur. Bu sayılı günler Allah’ı çokça anmak için büyük fırsattır. Bayramların boşa geçen zamanlardan daha ziyade ibadet için bir fırsat olduğu idrakine varmalıyız.

“Sayılı günlerde Allah’ı zikredin.” ( Bakara, 203)

Bu bayramı sıla-i rahim için, çocukları sevindirmek için, fakirlere umut ışığı olmak için, erbab-ı imanın üzerindeki zulmün dinmesi için çokça çalışalım ve dua edelim.