#6 – Yeni Hayaller

Ne zamandır böyle güzel bir kahvaltı yapmamıştı Galib. Dün yaşadıkları maceradan sonra bu kahvaltıyı herkes hak ediyordu. Gece Vali’nin evine gelmişler, kız yorgunluktan baygın düşüp hemen uyumuştu. Üzerine biraz bol gelen elbiselerin gelinlikten rahat olmasıyla yerini yadırgamamıştı bile. Gençler ise salonda oturup, ne olmuş olabileceği, ne yapmaları gerektiği hakkında konuşup, geç vakitte yatmışlardı. Sabah erken kalkan ev sahibi kendisine hazırlayacağı kahvaltının porsiyonlarını attırmıştı. Salona serdiği sofra bezinin üstünde sessizce yapılan kahvaltıdan sonra çay faslına geçildi. Gençler kendilerini tanıtmayı ihmal etmemişti. Kız da kendini tanıtıp hikayesini anlatırken bardaklar hiç boş kalmıyordu.

Melike konuştukça Galib, bir film izler gibi dikkatle kızın dudaklarından çıkanları yakalayıp bir süzgeçten geçiriyordu. Anlatılması gerekenler bittikten sonra, odaya sessizlik çöktü. Ne yapmaları gerektiği konusunda hiçbir fikirleri yoktu. Çayları dolduran Nazım, demlikleri alıp tazelemeye giderken Galib “Buldum!” diye heyecan ve sevinçle karışık bir çığlık attı. “Ailene anlatsak bile seni dinlemeyeceklerini, bunların hepsini senin uydurduğunu düşünecekler dedin. Eğer dışarıdan müdahale edemiyorsak biz de içeriden gireceğiz. Eğer bu ailenin kirlilerini polise gösterebilirsek ortada sorun kalmaz.” dedi. “Peki nasıl olacak bu?” diyen Nazım’ın sorusu diğerlerinin de aklındaydı. “Günaha girmemiz gerekebilir.” dedi. “Polislere gidip durumu anlatacağız. Bir oyuncuymuş gibi gireceğiz, en kalabalık olduğu anda, adam da içerideyken baskın yapacaklar.” dedi. “Çok riskli bir iş bu dediğin.” diyen Vali’nin içinde adlandıramadığı bir sıkıntı vardı. Sağ ve sol olayları ile uğraşan polisler gençlerin kendileriyle oyun oynadığını düşünebilirdi. Bu şüphesini dillendirmek yerine Galib’in heyecanla anlattığı planın işe yaraması için dua etmeyi tercih etti. Muhtaç insanlara yardım etmeyi kendilerine borç bilen bu üç dost girdikleri maceradan dolayı pişman değildiler. Bir gazetenin magazin sayfasında Melike’nin ismi vardı o gün. Ünlü ailenin gelini kaçmıştı. Nerede olduğu bilinmiyordu fakat söylentiler vardı. Üç erkekle birlikte kaçmıştı. Birisi muhtemelen sevgilisiydi, diğerleri ise arkadaşlarını korumaya gelenler. Daha önce birbirine yabancı bu insanların bir anda kendilerini buldukları durum filmlere konu olacak kadar güzeldi. Günün ilerleyen saatlerinde Melike’den kumarhanenin bulunduğu yeri öğrenen gençler plan üzerine çalışarak vakitlerini harcadılar. Bu süre boyunca kız ise vaktini Vali’nin bir duvarı baştan sona kaplayan, yerden yukarı kule gibi çıkan düzenli kitap yığınında geçirdi. Nasıl oldu da nasibine bu gençlerle karşılaşmak geldi, şaşırıyordu. Üç dost biraz keşif yapmak için dışarı çıktıkları vakit evi daha ayrıntılı inceleyen Melike, evin bu kadar düzenli olmasına şaşırdı. Tek başına yaşayan birisi için oldukça düzenliydi.

Hava kararmadan dönen gençlerden ilki Nazım’dı. Eve uğrayıp birkaç gün Vali’lerde kalacağını haber vermiş, kedisi Yavuz’u da getirmişti. Kediyi kız evde kaldığı vakit yalnızlık çekmesin diye getirmişti. Galib ise planın ayrıntıları üzerine çalışmış, aile tanıdığı bir polis amirinin adresini almıştı. Ertesi gün Nazım’la birlikte oraya gideceklerdi. Kendisi de eve haber vermiş, o da arkadaşında kalacağını haber etmişti. Nazım’ın kediyi getirmesine sevinmişti. Eve son gelen Vali ise kahvehanede oturmuş, alt kısma nasıl girileceğini öğrenmeye çalışmıştı. Birkaç adamın kahvehanedeki adamın cebine para koyduğunu ve adamın onları tezgahın arkasında bulunan kör noktanın olduğu bir kirişin arkasına götürdüğünü görebilmişti. Muhtemelen orada bir kapı vardı. Tanıdık bir yüz olmadığı için oraya kim girecekse, bunun sorun olacağını düşündü. Eve yiyecek bir şeyler ve biraz da meyve alıp geri geldi. Manavdayken bir buçuk kilo kestane de aldı. Senenin son kestanesini böyle yiyeceğiz demek ki diye düşündü. Bu mevsimde kestane olması bile şaşırtıcıydı. Yavuz kedi hemen alışmıştı Melike’ye. Havalı bir edayla kuyruğu havada odadaki kanepeden kanepeye atlayıp, en sonunda Melike’nin kucağına kurulmuştu. “Şerefsiz kedi.” dedi Nazım gülerek. Kahkahalara Galib ve kız da katılınca içeriden elinde soyduğu patates ile içeri gelen Vali, “Neye gülüyorsunuz böyle?” diye sormadan edemedi. Kedinin yaptıklarını anlatınca ben de bir şey zannettim diye söylenen genç adam, “Çapkın kedi, babasına çekmiş.” diyip Nazım’a takılmadan edemedi. Nazım’ın çıkışmalarını içeren sözleri söylediği zaman Vali çoktan mutfağa geri dönmüştü.

Melike’nin güzelliği üç dostu etkilemiş olsa bile kimse onun hakkında duygulu bir şey hissetmiyordu, şimdilik. Galib yardım etmek için mutfağa gitmeye karar verdiğinde dostuna anlatacaklarını kafasında sıralamıştı. “Vali, sana bir şey söyleyeceğim.” dedi salata yapmaya başladığı sıra. “Söyle bakalım.” cevabını aldığı zaman, “Geçen sefer okul kütüphanesine, yıldızlarla alakalı bir kitap için gelmiştin, Nazım da yanındaydı, hatırlıyor musun?” diye sordu. Vali’nin istifini bozmadan bütün dikkatini yaptığı işe verirken, kedi mırlaması gibi boğazından söylediği tek kelimelik “Hı-hı” cevabı hatırladığını gösteriyordu. “Oradayken yalnız değilmişiz, seyircilerimiz de varmış.” dedi. Galib bu sefer arkadaşının dikkatini çekmişti. Arkadaşı yüzünü ona doğru çevirmiş, “Nasıl seyirci?” diye sormuştu. “Bizi izleyen bir arkadaşım varmış, seni sordu, daha doğrusu ismini öğrenemeye çalıştı. İsmi Bahar.” Şaşkınlığı gülümsemeye çevrilen Vali işine tekrar dönerken “Peki.” demişti. İki dostun gönül meseleleri hakkında konuşması bu kadar sürmüştü. Şimdi kimseye bir şey belli etmeyen Vali, günlerini Bahar’ın nasıl birisi olduğunu merak ederek, gerçek dünya ile hayal dünyası arasında bir yerde takılı kalacakken, Galib dostunun bulunduğu ruh halini hafifletmenin bir yolunu deneyecek, konuyu Nazım’a açacak, Nazım ise biraz kendi haline bıraktıktan sonra durumun bir şeyler yapmadığı sürece tozlanacağını fark edecekti. Tekrar okula gitmeyi ve Vali’nin kendilerine kızacağını bilseler bile, o kütüphanede kitap okumaya dalarken, Bahar ile karşılaştıracaklardı. “Ben kendimi affettiririm. O şiir okumamı çok sever, en sevdiği şiirlerden okurum, affeder bizi.” diyecekti Galib’e. O akşam yenilen güzel yemekle birlikte, gençler Melike’nin kendileriden daha farklı olmadığını anladılar. Üç dost çok fazla kitap okurdu. Bazen bir araya geldiklerinde hiç kimse konuşmaz, sadece kitaplarını okuyup, ayrılırlardı. Kestane ve çayla yapılan muhabbet esnasında eğer bir bayan gruplarında olsaydı onun Melike kadar akıllı, derin ve çalışkan olmasını isteyeceklerini fark ettiler. Daha önce hiç böyle bir düşünceye kapılmamışlardı. Okudukları kitapların isimlerini kıza sorup okuyup okumadığını, okuduysa sevdiği karakterler, olayları sorarak güzel bir oyun ve sohbet konusu geliştirmişler, gecenin sessiz dokusu altında birbirini kovalayan akrep ve yelkovanın tarihte kaçıncı kez buluştuğu bilinmezken, o gün içinde ikinci kez otuz derecelik bir açı yaptığı vakit herkes akıllarında bin bir düşünceyle uyumaya hazırlanıyordu. Yarın büyük gün olabilirdi.

***

#7 – Kumarbaz

Soğuk günler sona ermek üzereydi, fakat hala bitmiş değildi. O yıl bahar biraz geç gelmeye niyetliydi. Üç dost sabah erkenden kalkmış, karşı kıtada görev yapan polis amirini ziyarete gitmişlerdi. Gitmeden önce bir not bırakmışlardı Melike’nin kaldığı odanın önüne. Kız endişesini kitaplarla bastırmaya çalışırken neler olacağına dair senaryolar dönüyordu kafasında. Vapura bindikleri vakit bir fırından aldıkları dumanı tutan sıcak simitlerle birlikte, vapurdaki çayla sanki hiçbir şey olmamış gibi Galib’in ortaya attığı soruyu tartışıyorlardı. Vapur iskeleye yanaştığında, vapurun halatlarını bağlayan görevlileri beklemeden birkaç sabırsız insan çoktan iskeleye atlamıştı bile. Polis amirine durumu anlattıktan sonra, gayet anlayışlı bir şekilde durumu irdeleyen polis amiri gençleri resmi arabasına alıp, durumu bir başka üstüne ve meslektaşına anlatmak üzere karşı tarafa geçmeye karar verdi. İyi ki kalbi temiz kalmış, sevecen insanlar vardı. Galib’in babasına teşekkür etmek gerekti, iyi insanlar hala karşılarına çıkıyordu. İstanbul Limanının hemen arkasında kalan Beyoğlu’ndaki Karaköy Polis Merkezi’nde gençler yaptıkları planı anlatıyorlardı. Tehlikeli bir işe giriştiklerini ve ciddi bir iddia olduğunu söyleyen polis amirine, doğru olduğuna inanmaktan başka kaybedecekleri bir şey olmadığını söyleyen gençler, doğruluğun her zaman yerini bulacağına, iyilerin kazanacağından bahsediyorlardı. Tereddütle de olsa gençlerin planını kabul ettiler. Ne de olsa iyi üniversitelere giden akıllı gençlerdi bunlar.

Kimin kahvehaneye gideceğinde karar kılmamışlardı. Üç dosttan Galib bu iş için gönüllü olduğunu söyledi. Vali daha önce kahvehaneye gitmişti ve Nazım görünüşü nedeniyle polis olarak anlaşılabilir, plan geri tepebilirdi. Polislerin verdiği, radyo frekansıyla çalışan bir buton sayesinde polislere sinyal verebilecek ve baskın yapılacaktı. Mahkeme kararı alma işi sonra yapılacaktı, hele bir adamlar yakalanmış olsun da. Şimdilik resmi evrak işi ile uğraşmaya gerek yoktu. Böyle demişti Karaköy Polis Merkezinin Amiri. Kahvehaneye girdiği vakit duman altı mekanda hemen söz sahibi olduğunu anladığı adama gidip, eline koyduğu paralarla birlikte kolunu uzattı. Adam başta şaşırsa da, yüzüne yavan bir gülümseme yerleştirip “Çok zengin değilsen uza genç adam.” dediği vakit, Galib cebinden bir miktar daha çıkararak sinsi bir ifadeyle gencin kolundan tutup “Gel böyle.” demişti. Melike’nin tarif ettiğinden yola çıkarak, damat adayının ofisinde olduğu belliydi. Çalışanlarına yan taraftan emirler yağdırıyordu. İkindi vakti olmasına rağmen masalar doluydu. Hayal ettiğinden daha fazla masa olduğunu fark etti. Adamı içeri çekmek için yaptığı planda ilk başta dikkat çekmeden oyun oynamak vardı. Ne çok kazanacak kadar oynayacak, ne de parasını kaybedecekti. Kahvehaneye doğru gitmeden önce dostlarına sarıldığı vakit, Vali’nin kulağına fısıldadığı “Sakın Dostoyevski olma, kumarbazlara yer yok, sonunu biliyorsun.” tavsiyesine uyacaktı. Matematiğine güveniyordu. Sayısal bir bölümde okuyor olmanın avantajını kullanmalıydı.

Kağıt oyunlarının olduğu bir masaya oturdu. Oynamaya başladı, oynadıkça açılıyordu. Bir saat geçtiği halde damadın içeri girdiği olmamıştı. Damağının kuruduğunu hissetmeye başladı. Zaman geçtikçe yapacaklarından dolayı heyecanlanmaya başladı. Biraz su istedi yanında bulunan garsondan. Oyuna her zaman olduğunda biraz daha fazla para koydu. Bilerek parayı kaybetti. Ardından sinirlenip etrafa bağırmaya başladı. Yan tarafında oturan kadının önündeki kalın altı olan içki bardağını masada kırıp, patronunu çağırmalarını söyledi. Herkesin dikkati bu gencin üzerindeyken ızbandut gibi iki adam genci kollarından tutup siyah döşemeli, rahat koltukların olduğu bir odaya kilitlediler. Beş dakika geçmeden gelen kumarhanenin sahibi damat adayı sinirli bir şekilde gelmişti. “Ne istiyorsun be adam, zaten işim başımdan aşkın, sinirlerim tepemde. Seni öldürmemem için bir neden söyle.” diye göz korkutan bir konuşma yapıyordu. Plan işe yaramıştı. Sakinliğini korumaya çalışan Galib, cebinden sigara çıkarıyormuş gibi yapıp, aslında butona basacaktı. Sigara paketini cebinden çıkardı. Vali sigara olayını iyi düşünmüştü. Paketi yerine koyacağı vakit “Ver bakalım bir tane de bana.” diyen adam yüzünden heyecan yaptıysa da bunu belli etmemeliydi. Kendisinden korktuğu için böyle davrandığını düşünen adamın keyfi yerine geliyordu. “Masadakiler hile yaptılar, adam paramı boş yere aldı.” diye söylenirken fark ettirmeden pantolonun üzerinden butona bastı. Polisler beklediği işareti aldığı vakit, hava kararmaya başlamıştı ve içerisi daha kalabalık olmuştu. Galib adamı elinden geldiğince oyaladığı halde adam çıkışa yönelip, “Paran da bizde, bir daha giremezsin buraya, hadi yallah” diyerek kapıyı açtığı vakit, tam bir karmaşanın olduğunu yeni fark ediyordu. Kovalamaya başlayan polislerden kaçmak için ofisin çıkışını kullanmaya karar vermişti. Arkasındaki polis onu kovalarken, ofisin girişinde bekleyen diğer polislerden kaçamamıştı. Gün sonunda kumarhaneden elde edilen belgelerle birlikte aileyi bir ömür boyu hapiste tutacak, mallarını elinden alacak kadar kanıt çıkmıştı. Haber sadece magazin dünyasında değil, birkaç ulusal gazetenin ilk sayfasında da yer bulmuştu. Fakat ne üç gencin ne de kızın adı geçiyordu. Tanıdık polis amirinin ve Galib’in eşliğinde evine dönen Melike, polislerin anlatmasıyla birlikte ailesinin yanında güvenle kalacağının güvencesini almıştı. O odadayken Galib’in aklında dostlarından çok Melike vardı. Kan damarlarından olduğundan daha hızlı akıyordu. Bunun sebebi korkusu ya da heyecanı değil, kapısını açtığı kalbinden dolayıydı.

***

#8 – Uzaktaki Maceralar

Fark ettiği gerçek Galib’i farklı bir ruh haline sokmuştu. Durumu dostlarına anlattığı vakit, “Neden gidip onunla konuşmuyorsun?” tepkisini almıştı. Sonraki hafta Melike ve Galib görüşmeye başlamış, en sonunda birbirlerine olan muhabbetin gerçekliğinin karşılıklı olduğunun farkına varmışlardı. Fakat yolunda gitmeyen bir şey vardı , Melike’nin ailesi kızlarını evlendirmek konusunda aceleciydiler. Ailesine durumu anlattıktan sonra Galib ve Melike nişanlandılar. Bir buçuk yıl sonra Galib dereceyle mezun olacak ve bu iki genç evleneceklerdi. Dostları bu masalsı düğünde güzel ve iyi kalpli arkadaşlarını yalnız bırakmayacaklardı. Sonraki yıl Galib ve yeni kurduğu ailesi yurtdışına geçici bir süreliğine taşınacaktı. Ülkeye el koyan, kalbi nefret ve kin dolu insanların olduğu yerde Müslümanca yaşamak yeterince zor olduğundan, bu oldukça yerinde bir karardı. Dostlarının da yardımıyla Norveç’e yerleşmişti. Eğlenceli gezide yaşadıkları hafızalarında uzun süre kalacaktı. Galib gönderdiği mektupların yanında bir de yeni aldığı seksen dört model Vestfelia karavanın fotoğrafını göndermişti. Arkasına bilerek nokta konulmayan “Yeni maceralar” yazılmıştı ve gülümseyen bir adam çizilmişti. Nazım haklıları savunma işini sevdiğinden ülkeyi baştan başa geziyordu. Anadolu’yu gezerken hiçbir vilayette bir aydan fazla kalmıyordu. Ezilen birkaç insanın davasına bakıyor, sonrasında ortadan kayboluyordu. Hızır gibi insanlara yetişmeyi kendisine görev edinmişti. Diğer dostları da ondan farklı değildi. Vali ise en son Fas’tan bir kartpostal göndermişti. Yeni bir kızı olduğundan bahsediyordu. Sonundaki imzaya bir harf daha katılmıştı.

-V.B.N.