Soğuk ve karanlık bir gece. Yorgun ama umutlu bir baba, yorgun ve bitkin bir anne ve kör karanlığın içinde yürüyen çocuklar. Bir adım sonrasını görmeden yürüyorlar. Işığa kör, renklere kör, toprağa kör bir gece. Sese sağır bir gece. Sadece hava… Toprağın tozuna bulanmış ve ciğerlere çekerken can yakan bir hava. Yürüyorlar. Güneşin doğmasına daha saatler var ama gariptir ki ne tek bir yıldızın ışığı görünüyor ne de ayın mahzun yüzü gökyüzünde. Yürüyorlar. Derken baba birden duruyor.

Gözleri karanlığa o kadar alışmış ki, ufacık bir ışık parçasını bile anında fark ediyor. Eşine gösteriyor heyecanla ama eşinde bir damla bile heyecan yok.

-Bak orada bir ışık var. Siz burada beni bekleyin. Ben oradan size umulur ki bir ışık ya da bir kılavuz getiririm.

Kadın yorgunluğun ve bitkinliğin getirmiş olduğu yıpranmayla “Hani nerede ışık?” diye çıkışıyor kocasına. Çünkü kocasının gördüğü ışığı o göremiyor.

-İşte orada, bak nasıl da parlıyor. Siz burada bekleyin.

-Eğer ışık varsa şüphesiz ki orada insan da vardır, diye düşünüyor adam. Belki birileri orada ateş yakmıştır ve sohbet ediyorlardır. Belki köylülerin yaşam yeridir. Belki civarı, yolu bilen birilerini bulurum, diye umut ediyor. Çünkü biliyor, bir damla ışık bütün karanlığı silmeye yetecek.

Ve sonra ışığa doğru hızlı ve dinç adımlarla yürümeye başlıyor. Hızlanıyor, koşuyor ve bir dağın yamacına varıyor. Dağın yamacına geldiğini hissettiğinde de kalbinde bir korku hissediyor. “Ya yukarı çıkarken bu kör karanlıkta ayağım kayar da düşersem? Kim beni bu kör karanlıkta bulabilir ki? Ya yukarıda ateş yakmış insanlar kötü insanlarsa? Ya yanlarında vahşi hayvanlar varsa ve bana zarar verirlerse?”

Aklında sorular, kalbinde korkular büyümeye devam ederken yavaş yavaş da dağın zirvesine doğru çıkmaya devam ediyor. Derken dağın zirvesine ulaşıyor. Ulaşmasıyla beraber bir ses işitiyor:

-Ya Musa!

Adam şaşkınlıktan donuyor. “Gecenin bu kör karanlığında, daha önce hiç gelmediğim bu yerde, bu dağın tepesinde kim beni gördü, tanıdı ve adımla seslendi?” diye düşünüyor. Ve korkusu iyice artıyor. Sonra ses yeniden konuşmaya devam ediyor:

-Ya Musa! Hiç şüphesiz ben senin Rabb’inim. Ayakkabılarını çıkar. (1)

Sahneye bakar mısınız? Önce sizin görmediğiniz biri, daha önce hiç gitmediğiniz bir yerde, kör karanlıkta adınızla size sesleniyor. Ardından size sizin sahibiniz olduğunu söylüyor ve ayakkabılarınızı çıkarmanızı istiyor.

Ayakkabılarını çıkar sözü burada çok önemli bir detay. Çünkü bu ince detay bize konuşmada kimin gerçekten sahip olduğunu gösteren nokta. Daha önce evinize hiç gelmemiş ve sizin yaşam tarzınızı bilmeyen (İslamî yaşam tarzlarından bahsediyorum) bir misafiriniz kapınızı çaldığında, onu içeri buyur etmeden şöyle dersiniz: “Lütfen ayakkabılarını dışarı çıkartır mısın?”

Çünkü orası senin evin, orası senin mahremin ve oraya kirli ayakkabılarla girilmesine müsaade edemezsin.

Sesin sahibi –yani Allah- Musa’ya (as) aslında bunun da mesajını veriyor: “Ben senin Rabb’inim, senin sahibin benim ve sen şu an kutsal topraklardasın. Ayakkabılarını çıkar.”

Musa (as) sesin tesiri altında, söylenenleri harf harf yerine getiriyor ama korkusu da an be an artıyor. Musa’nın (as) korkusunun Allah da farkında ve hemen duruma müdahale ediyor. Tıpkı ameliyata girecek bir hastaya narkoz verildiği sırada onunla konuşan doktor gibi.

Konuşmak durumu normalleştirir çünkü. Konuşmak, yani diyalog kurmak iki tarafın anlaşabileceğinin işaretidir. Allah da bunu bildiği için konuşmaya ve konuşturmaya başlıyor.

-O elindeki nedir? (2)

Allah bu soruyu soruyor ama Musa’nın (as) elindekinin ne olduğunu bilmiyor mu? Elbette biliyor. Ama dediğimiz gibi Musa’nın (as) korkusunu dindirmek istiyor. Peki, Allah, Musa’nın (as) korkusunu istese anında dindiremez miydi? Elbette dindirebilirdi. Burada iki husus çıkıyor karşımıza. Birincisi; Allah her şeyde olduğu gibi burada da matematiğe önem veriyor. Yani her şeyi bir sürece tabii tutuyor. Her şeyi sebepler dairesi içinde düzende tutuyor. İkincisi ise; Allah kuluyla olan konuşmaya –yani kelimelere- önem veriyor.

Musa (as) kendisine gelen soruya tedirginlik içinde şöyle cevap veriyor: “O benim asamdır.” Soruya cevap verildi. Konuşma bitti. Daha doğrusu konuşmanın bitmesi lazım. Fakat artık Musa (as) da durumun farkında. Karşısındaki, bir insanın ömründe karşılaşabileceği, konuşabileceği, iletişim kurabileceği en önemli zat. Bunu biliyor ve bu konuşma sadece bu kadarla kalsın istemiyor.

-O benim asamdır. Ona dayanırım ve ondan güç alırım. Onunla ağaçların dallarındaki yapraklara vururum ve yere düşen yaprakları koyunlarım yer. (3)

Başka bir şey kaldı mı? Zannediyorum kalmadı. Bir asa ile daha ne yapabilirsiniz ki? Dayanıyorsunuz, güç alıyorsunuz, uzanamadığınız yerlerdeki şeylere uzanmak için kullanıyorsunuz. Bir asa başka ne işe yarabilir? Ama Musa (as) bitsin istemiyor bu konuşma. O yüzden tabir-i caizse son kurşununu da sıkıyor “Ve ben onunla bazı önemli şeyler yaparım”. (4)

Bir asa ile önemli ne yapabilirsiniz ki bu saydıklarınızdan başka?

İşte Allah, kulu Musa’nın bu tavrını görüyor. Kulu onunla konuşmak için cümleleri uzatıyor, kelimelere kelimeler ekliyor. Tek derdi onunla sadece biraz daha konuşuyor olmak. O anda kendisi için bir şey istemiyor. O ışığın peşine giderken bir ışık alma yahut bir kılavuz, rehber bulma niyetindeydi. Fakat buraya geldiğinde hiçbir şey istemiyor. Tek derdi biraz daha konuşmak, biraz daha sohbet etmek. Ve Allah sırf bu tavrı yüzünden Musa’ya (as) beklediğinden fazlasını veriyor.

Onu oradan ışıksız ve kılavuzsuz geri göndermiyor. Artık Musa’nın (as) bir kılavuzu var, onun yolunu aydınlatan bir nur var. Yetmiyor. Allah aralarında geçen konuşmayı asla unutmuyor. Çünkü Allah asla unutmaz.

Allah, Musa’yı (as) Firavun ’un yanına yolladığında, onun kalbinde yine bir miktar korku vardı. Allah ona şöyle dedi: “Korkma üstün gelecek olan kesinlikle sensin” (5) ve ardından Firavun ‘un karşısına yolladığında, onun büyücüleri ipleri yılana çevirdiğinde Allah şöyle dedi: “Sağ elindekini (asanı) at ki, onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa eremez.” (6)

Musa (as) Allah’la konuşurken “Ben bu asaya dayanırım ve ondan güç alırım” demişti. Allah bu söze kıymet verdi ve Firavun karşısında Musa’nın (as) dayandığı ve güç bulduğu, Allah’ın izniyle o asa olmuştu.

İsrailoğulları kıtlıkla boğuşurken Musa (as) asasını yere vurmuştu da, yerden su bitivermişti ve böylelikle İsrailoğulları’nın kıtlığı dinmişti. Musa (as), Allah’la konuşurken bu asayla dallara vurduğunu ve düşen yapraklarla koyunlarını beslediğini söylemişti. Şimdiyse Allah ona mislini vermişti. Toprağa vurdu asasını ve oradan çıkan su ile kavmini kıtlıktan kurtardı.

Ve Musa (as); “Ben asamla bazı özel şeyler yaparım” demişti. Allah bu sözü de unutmamıştı. Musa (as) elindeki asa ile koca Kızıldeniz’i ortadan ikiye bölmüştü. Bir asa ile daha özel ne yapılabilir? Ben bilmiyorum.

Peki, bütün bunların nihayetinde, Musa’nın (as) asasını özel kılan şey neydi? Markası mı? Rengi mi? Yapıldığı ağaç mı? Satın alındığı pazar mı? El cevap; hiçbiri.

Nereden almıştı peki bu asayı? Hangi pazardan? Ben de alsam benim asam da Kızıldeniz’i böler mi ikiye? El cevap, evet böler.

Asayı özel kılan nokta, Musa’nın (as) Rabbiyle yaptığı konuşmada onu aracı kılmasıydı. O asayı bahane ederek Rabbiyle birazcık daha konuşmaya çalıştı. Başkalarına göre saçmalamak gibi gelen bir konuşmayı gerçekleştirdi, sırf biraz daha olsun konuşabilmek adına. Allah ise kulunun bu tavrına önem verdi. Çünkü Allah kulunun kendisiyle konuşmasına önem veriyor. Sırf kulu kendisiyle konuşabilsin diye ona kelimeleri öğretiyor. Fakat insan Allah’la olan konuşmasında çok aceleci ve hazırcı davranıyor ne yazık ki. Bir namaz sonrası ellerini açtığında “Allah’ım sen konuyu biliyorsun, amin” diyerek ellerini yüzüne sürüyor. Bunu utandığından değil, pişkinliğinden yapıyor. Allah elbette biliyor konuyu fakat o seninle konuşmak istiyor. Tıpkı Musa’nın (as) elindeki asanın ne olduğunu bilmesine rağmen, ona sorması gibi. O konuşmak istiyor.

Nasıl konuşacağını bilip bilmemen yahut hangi dilde konuşmak istediğin hiç önemli değil. Ayakkabılarını çıkart ve ona kendi dilinde bir şeyler söyle. Onun sana bir karşılık verdiğini duyacaksın.

1: Tâ-Hâ Suresi 12. Ayet
2: Tâ-Hâ Suresi 17. Ayet
3: Tâ-Hâ Suresi 18. Ayet
4: Tâ-Hâ Suresi 18. Ayet
5: Tâ-Hâ Suresi 68. Ayet
6: Tâ-Hâ Suresi 169. Ayet