Kitabımın 57. Sayfasındayım.
Gözlerim kelimeler üzerinde gezinirken sol taraftaki koltukta oturan mavi tişörtlü, ellili yaşlarda, beyaz kulaklığı ve kendinden tamamen ayrı bir parçaymış gibi duran göbeğiyle oturan amcanın, kilo miktarını düşünürken buluyorum kendimi. Meslek icabı ne kadar yiyerek bu kadar kilo aldığını tahmin etmeye çalışırken, hastanenin diyaliz servisinde bulunmasının şerefine ödem deyip onu bu zan altından kurtarıyorum. Dinlediği davullu zurnalı müzik, dışarıdan duyulacak kadar yüksek sesli olduğu halde elinde türlü hallere bürünen gazetedeki cümleler, beynindeki sistemlere nasıl iletiliyor diye garipsemeden edemiyorum. Bir de tabi davul zurnalı müzik, kulaklıkla nasıl dinleniyor, bu başka düşüncelerin konusu diyerek geçelim, beyaz kulaklığı bize garip geliyor ona da bambaşka bir hava katmış olduğunu gözlemlerken amcadaki rahatlığın zerre miktarına bile muhtaç halimle kendimi, kendi hayatıma ne kadar da iğreti durduğumu fark ediyorum. Kimim, neredeyim, ne yapıyorum diye çok soruyorum kendime böyle zamanlarda, özellikle mavi tişörtlü amcanın kulaklığından yükselen arabesk müzik altında.
Neyse bu kadar felsefe yeter.
Kitabıma/hayatıma dönüyorum.
Sayfa 57.
Diğer koltukta oturan yetmişine merdiven dayayan teyzenin kulak problemini hissetmemek elde değil. Karşı tarafta birazdan büyüyecek olan bir aile tanıma meselesine çocuktan başlayan kırklı yaşlarındaki ablanın sorusuna, torunlarından başlayan teyzenin liseli bir çocuğunun olduğuna şaşırınca, aslında torunlarını anlattığını fark edip sessiz bir iç çekiyoruz. Devam eden soyağacı tanıma faslına yan taraftan hemşirenin telefon konuşması ekleniyor. Kullandığı Latince kelimelerin aklımda bir şeyler çağrıştırması dışında kaldığım hayatımın bir pamuk ipliğiyle bağlı olduğu umudunu bırakıyorum, köşelere bir yerlere un ufak halinde. Yerleri silmeye gelen otuzlu yaşlarındaki temizlikçi abi ayaklarımızı kaldırmak gibi garip bir istekle gayet normal bir şekilde işini yapıp uzaklaşıyor. Arkasından, ne kadar daha uzaklaşabiliyorum içinde bulunduğum hayata, diye tartıya bir yenisini ekliyorum.
Kitaba döndüm.
Kararlıyım.
Sayfa 57.
Sensörlü kapının fazla hassas oluşuna sinirlenirken ikide bir açılmasını birilerinin fazla yakınından geçmesine verip sonra durup kapıya acıyorum. Çevreme bakışıma takılan hayatında bir daha hiç karşılaşmayacağı çeşitli bilgilere kafasını gömmüş olan arkadaşlarımı şıklar arasından topluyorum sonra da vazgeçip uçsuz bucaksız test kitaplarının arasına sessizce bırakıveriyorum. O sırada izole odasında yatan seksene merdiven dayamış teyzenin yakınının “yastığı sırtına koyayım mı” diye beşinci seslenişiyle herkes koro halindeymişçesine izole odasına garip bir bakış fırlatıyor. Sonra seksene merdiven dayayan teyzenin yakını altıncıya hafiften yükselen sesiyle seslenecek diye tam korkacak iken vazgeçiyor. “Sana muz vereyim mi” diye ikinci seslenişinden sonra diyaliz servisindeki muz tezatlığını aklımın köşelerine sıkışan notlardan buluyorum ama sesimi çıkarmadan kitabıma dönüyorum.
Sayfa 57.
Kitap sayfalarında gezinen gözüm ile bambaşka diyarlarda yaşamını sürdüren beynim arasında gerçekleşen bu dünya benden bağımsız dönüşüyle aradaki varlığını hala koruyor. Ben en iyisi hayalen yaşadığım, kelimelerle hecelerle hatta harflerle var olduğum yere döneyim. Teyzenin mavi tişörtlü amcayı kastederek sizin gibi oda kulaklık takmış deyip bana bakarak gülmesiyle evet deyip tebessümlü cevap verip kafamı toplayıp kitabıma gönderiyorum. İçinde bulunduğum hayatımın üzerimde bu kadar iğreti duruşunu sabah sanki ilk defa karşılaşıyormuş gibi yapan mutfak lavabosundan anlamıştım. Bide sabahları uyandığımda neredeyim diye sorduğumda anlıyorum günümün böyleye yakın geçeceğini. Kendimi tanıyorum ve ara ara böyle yabancılaşıyorum. Yeniden aynaya bakmaya gerek yok. Aklımın kapılarını kilitleyip kitabıma dönüyorum.
Nerede kalmıştık?
Sayfa 57.