Adl “iki şeyi birbirine dengelemek, birbirinin benzerini yapmak, her şeyi yerli yerine koymak, haklıya hakkını vermek, suçluya cezasını vermek” gibi birden çok anlama gelen “Adale” kelimesinden türetilmiş soyut bir isimdir. Bu bağlamda El-Adl, “adaletle hükmeden ve hükmünde hiçbir adaletsizlik bulunmayan” demektir. Bu sebeple kişilerin, Allah’ın tasarrufuna itiraz etmeyip, O’nun her şeyi adalet ve hikmetle yaptığını bilmesi gerekmektedir.

Bu noktada bilmeliyiz ki, Allah’ın adaleti insanın adaleti gibi değildir. İyiyi hemen yüceltir, kötüyü hemen yok eder, suçluları hemen cezalandırır, suçsuzları hemen kurtarır diyemeyiz. Çünkü dünya hayatı, imtihanlardan ibarettir. Bir olay içerisinde, tarafların nasıl davranacağı, gücünü ne yönde kullanacağı, adil olup olmayacağı, kul hakkına ne kadar dikkat edeceği gibi imtihanlar gizlidir. Ha keza bu olaya şahit olan kişilerin bile, sessiz kalıp kalmayacakları, mazlumu koruyup korumayacakları gibi imtihanları olur. Allah’ın kanunu böyledir. Dünyada iken bir musibetten binleri imtihan eder, sonra da ahirette her birine adaletle hükmeder. Öyle ki, mazlumun bir suçu olduysa o bile hesabını öder. Öyle ki, zalimin hakkına girildiyse o da o ölçüde hakkına kavuşur.

Buradan anlıyoruz ki, Allah da kullarından hem dünya hayatında hem de kendi işlerinde adaletli olmalarını ve doğruluk üzere hareket etmelerini istemektedir. Bu isteğine riayet edecek kulları gözlemlemek için herkese belirli nimetler verecek ve onları insanlar arasında döndürecektir. Kimine sayısız evlat verip, hepsine adil davranmasını bekleyecek. Kimine ise mal mülk verip, herkese adalet ile taksim etmesini bekleyecektir.  Bu noktada herkes imanı ölçüsünde amel edecek ve ona göre muamele görecektir.

Adaletsizliğin toplumsal huzuru bozacağını bilen peygamberimiz (s.a.v.), hakkı gözetme ve adaleti gerçekleştirme konusunda çok titiz davranmıştır. Örneğin; soylu bir kabileye mensup olan bir kadın hırsızlık yapmıştı. Bazı kişiler peygamberimizden, kadının zengin bir aileden olduğunu ve cezalandırılmamasını istemişlerdi. Bu talep karşısında çok üzülen peygamberimiz (s.a.v.), ayağa kalkarak tarihe geçen şu cevabı vermiş ve “Ey insanlar! Sizden önceki milletler, aralarında zengin, varlıklı biri hırsızlık yaptığında ona dokunmazlar; zayıf, güçsüz biri hırsızlık yaptığında ise onun cezasını verirlerdi. Allah onları bu yüzden helak etti. Allah’a yemin ederim ki, bu suçu kızım Fatıma da işlemiş olsaydı onu da cezalandırırdım.” buyurmuştur. Bizler de aynı, peygamberimiz gibi haktan ve adaletten yana olmalı, insanlar arasında ayrım yapmamalı, bütün işlerimizde adaleti gözeten biri olmaya dikkat etmeliyiz.

Bu ismin Kur’anî çerçevesine baktığımızda, çeşitli formlarda 28 kez karşımıza çıktığını görüyoruz. Bunlardan birkaçı bize adalet konusunda yol gösterici olacak türden ayetlerdir. Örneğin Maide Sûresi 8. ayette “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adalet timsâli şâhitler olun. Bir kavme duyduğunuz kin sizi adaletten sapmaya sevk etmesin. Âdil davranın, takvâya daha yakın olan da budur.” buyrulmaktadır. Buradan anlıyoruz ki, adalet yalnızca takdir edilecek karakteristik bir özellik değil aynı zamanda iman noktasında insanı yüceltecek ahlakî bir özelliktir. O halde adalet bizi, Kur’an-ı Kerim’de geçen “takva ehilleri” zümresine katmaya yardım edecektir. Aynı zamanda Hucûrat Sûresi 9. ayette buyrulan “Allah, adil olanları sever.” ifadesi de aklımızın bir köşesinde yer etmelidir. Hem belki böylelikle, nefsimizle yahut şeytanın vesvesesiyle hareket etmek gibi bir hataya düştüğümüz an, aklımıza gelecek bu ayeti kerimeler bizi o an bir günahın eşiğinden döndürür ve imtihanımızı vermemizi sağlar.

O halde, Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.

Sadakallahulazim.