Kitapların arasında kayboldum.Bir tanesine bakmaya girmişken şimdi yüzlercesinin arasındayım ve ayrılmak istemiyorum. Sağ tarafımda, her sayfası tarihin izleriyle dolu eserler, sol tarafımda düşünce dünyasında derin etkiler uyandıran büyük insanların cilt cilt romanları.. Ne yana dönsem bilgi akıyor zihnimin derinliklerine doğru. Oturduğum yere iyice yerleşiyorum.
Öğrenci olduğumu belli eden kıyafetlerim ve ara sıra çantama elimi uzatıp aldığım bisküviler neticesinde daha fazla dayanamamış olacak ki kitabevi sahibi, nefis kokular yayan bitki çayıyla beraber yanıma geliyor. Uzattığı bardağı gülümseyerek alıyorum. Yanıma çöküyor ve söze başlıyor:
– Tam bir saattir buradasın, herhangi bir kitaba bağlı kaldığını da görmedim. Onlarcasını açıp kapattın. Söyle bakalım, aradığın tam olarak nedir?
Çayımdan bir yudum alıp sorusunu yanıtlıyorum:
– Aslında ilk geldiğimde söylediğim gibi Refik Altınok’un kitabına bakıyordum. Ardından şu raftaki eserler dikkatimi çekti. Birini alınca diğerine de dokundum. Sonrası bildiğiniz gibi.
Söylediklerim ona yabancı gelmiyor, bir babanın evladına baktığı gibi dönüp şefkatle kitaplarına bakıyor. Ruh hali epey etkiliyor beni, dilinden dökülecek kelimeleri bekliyorum:
– Buranın havası çarpar insanı. Ama öyle kötü yönde değil, hevesini artırır mesela. Bildiklerinin yetmediğini hatırlatır, daha çoğuna iter seni. Öğren, der. Biraz daha araştır, gör. Bunca yıldır işletiyorum bu mekanı, sorsan hala bir şey bilmediğimi söylerim.
– Sahip olduğunuz çoğu kitabı okuduğunuza eminim. Yine de eksik yönlerinizin olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Derin bir nefes alıp oturduğu yerde doğruluyor. Tıraşsız yüzünü, gözlerindeki huzurun ışığı aydınlatıyor. Dikkatlice baktığımda yanağında küçük bir yara izi fark ediyorum. Merakımı celbeden detayı atlamıyor:
– Yara izine mi bakıyorsun? Ah, geçenlerde rafları temizlerken biraz fazla yüklenmiş olacağım. Yukarıdaki kitapların üzerine yerleştirip unuttuğum bir tahta parçası kafama düşüverdi. Kenarında bulunan çivi de bana bu anıyı bıraktı işte.
Kısık sesimle “Geçmiş olsun.” diyorum. Başıyla teşekkür edip az evvelki mevzuya dönüyor:
– Doğrudur, bugüne dek sayısız eserle karşılaştım. Çoğunu belleğime kaydettim. Fakat ben şuna inanıyorum: Dünyada ne kadar uzun yaşarsan yaşa, ulaşabileceğin bilgi sayısı sınırlıdır. Kitapların dünyası öyle engin bir denizdir ki, ömrün boyunca çabalasan da sonunu göremezsin. İşte ben tam da böyle hissediyorum. Bu denizin ortasında nerede olduğumu bilmesem de bulunduğum yerden memnunum.
– Neden?
Gülümsüyor ve hiç unutmayacağım o cevabı veriyor:
– Ya kıyıda kalanlardan olsaydım?
Sahil yoluna çıkıyorum. Ahmet amcanın kahvesi on dakikalık mesafede arkamda kalıyor. Tam tersi yönde, balıkçıların oltaları denize salladığı tarafa doğru yürüyorum. Elimde büyükçe bir çanta. Ağırlığı beni zorlasa da durumdan şikayetçi değilim. Refik beyefendinin kitabını yalnız bırakmak istememiştim çünkü. Bir, iki derken sahip olduğum tüm parayı vermiştim. Karşılığında ise paha biçilemeyecek anılara sahip olmuştum. Yürürken son zamanlarda bana alınan şeylerin ne kadar değersiz olduğunu anımsadım. Bir gece annemle muhterem kocası odama gelmiş, beni düşündüklerini göstermek istercesine kıyafet dolu paketi önüme koymuşlardı. Açıp bakmak bile istememiştim ama annemin yaptığı kaş göz işaretlerinin eziyetine dayanamamış tek tek incelemiştim. Gitmelerini dört gözle beklemiştim. Onlar ise tam tersine markaları sayıp döküyorlar, şanslı olduğumu, bunlarla arkadaşlarımın bir adım önüne geçeceğimi söyleyip duruyorlardı. Bir nevi kalbime gösteriş tohumları ekiyorlar, alacakları hasattan da son derece emin görünüyorlardı. Oysa ne kadar yanıldıklarını çok yakında anlayacaklardı. Zira tüm ısrarlara rağmen bir tanesini bile giymemiştim.
Rüzgarın yüzümü tatlı tatlı okşadığı yerde bulduğum boş banka oturuyorum. Önümden tek tük insan geçiyor. Kimi kendini kaptırdığı telefon görüşmesini sürdürerek, kimisi de denizin keyfini çıkarır gibi görünerek. Ben ise düşünerek hakkını veriyorum bulunduğum yerin. İnsanların neden kendilerinden olmayanı etkilemeye çalıştıklarını, yüzlerini çevirdikleri tarafın doğruluğunu kanıtlamaya çalışıp, bunu benimsetme çabalarını. Ben sadece hür olmak istiyorum. Fikirlerimle, farklılığımla, evrenle bir bütün oluşturmak istiyorum. İzin vermeyeceklerini, olmadığım gibi görünmemi isteyeceklerini biliyorum lakin anlayamıyorum.
İşte böyle basit fikirlerin kol gezdiği evimde karşılaşacaklarımı bildiğim halde, bu defa bir an önce gitmenin derdindeyim. Çantamdaki kitapları düzeltip kalkıyorum. Denizin dalgalanışı, içimde farklı hisler uyandırsa da gidip camın önünde bulunan koltuğuma kurulup, tek tek arşınlamak istiyorum sayfaları. Aradığımı bulacağımı hissediyorum. Dış dünyanın bana kapılarını kapattığı huzurun sesini, satır aralarında duyacağımı biliyorum. Beyhude çabalarım son buldu artık ve bir güneş doğdu şimdi, yüzümü yakmayan. İçimi aydınlatan o ışık bundan böyle hiç sönmeyecek ve ben kıyıda bekleyenlerden olmayacağım…