Evlilik için hazırlık yapan gelin adayları, gelinlik seçimi için bir arayış içerisine girerler. Bu arayış sadece model olarak farklı yönde olması yönündedir. Yalnız şu zamanlarda bazı farklı renk ve model olarak arayış içinde olanlar, bir toplum baskısı ile karşılaşıp, gelinliğin sadece tekdüze olarak seçilmesi yönünde duyumlar almaktadırlar. Peki, gerçekten gelinlik şu zamana kadar hep beyaz renk olarak mı seçilmişti? Sizler için tarihteki gelinlik rengi için nelerin kullanıldığını araştırdık.
Eski Roma’da gelinliklerin rengi sarıydı. Gelinler yine sarı renkte peçe takıyorlardı. Peçe evli ve bekar kadınları ayırt ediyordu. Ortaçağlarda ise, gelinliğin rengi üzerinde pek durulmadı. Kumaşın kaliteli ve gösterişli olması daha önemliydi. Herkes en iyi elbiselerini giyiyordu, renk de herkesin kendi tercihine göreydi.
Beyaz gelinlik adetinin yaygınlaşması 16. yüzyılda olmuştur. Bu yıllarda kraliyet ailesi gelinlerinin gümüşi renkte gelinlik giymeleri gelenekti. Kraliçe Viktorya bunu reddetti ve beyaz gelinlik giymekte ısrar etti.
Bundan sonra İngiliz ve Fransız yazarlar, beyaz rengin masumiyetin simgesi olduğu konusu işlemeye başladılar. O dönemde ahlakına göre bekaret evliliğin vazgeçilmez koşulu olduğu için beyaz gelinlik adeti tuttu. Evlenirken beyaz giysi giymek genç kızların bekâretlerini topluma ilan etmelerinin vasıtası oldu.
Osmanlı’da beyaz gelinlik giyen ve böylelikle beyazlığın saflık ve temizliğini gelinlikle bütünleştiren, Sultan 2. Abdülhamid Han’ın kızı Naime Sultan’dır. Osmanlıda gelinlik için sarayda hanedanın rengi olan kırmızı tercih edilirken, halk genellikle mavi, eflatun, leylak, mor ve pembe renkleri tercih ediyorlardı. Gelin duvağı ise hem sarayda hem halk arasında daima kırmızı oldu. Paris modasının yavaş yavaş Osmanlı’yı etkilemeye başladığı 1870’li yıllarda ise artık gelinliklerin rengi iyice açıldı. Evlenenlerin sosyal sınıf ve itibarlarına göre günlerce sürebilen düğünlerde her gün farklı kıyafetler giymek de yine bir Osmanlı âdetiydi. Genellikle tercih edilen kadın kıyafeti şalvar, gömlek, hırka, entari ve kaftandan oluşuyordu.
O dönemlerde Osmanlı’da da gelinler kırmızı elbise giyerlerdi. Naime Sultan, Avrupa’da bir düğünde gelini, bembeyaz elbiseleri içerisinde görünce çok etkilenmiş ve kendi düğününde de bu gelinlikten giymek istemişti. Nitekim 1898 de Gazi Osman Paşa’nın oğlu Kemalettin Bey ile evlenirken bu hayalini gerçekleştirmiş, bir masal prensesi gibi bembeyaz gelinliğiyle çıkmıştı sarayın kapısından, davetlilerin hayran bakışları arasında. Ve koluna girdiği Gazi Osman Paşa’nın oğlu Kemalettin Paşa ile birlikte Ortaköy’deki Yalısının yolunu tuttu. İşte Osmanlı’da ilk beyaz gelinlik, Naime Sultan tarafından bu düğünde giyilmiş oldu. Ortaköy’deki bu yalı da İstanbul’da ilk defa beyaz gelinliğe şahit olmuş bir mekân olarak tarihe geçti.
Gelinlikle ilgili bazı batıl inançlar da var. Bunlara göre, gelinin gelinliğini bizzat kendisi dikmesi, damadın düğünden önce gelini gelinlikle görmesi, gelinin gelinliği düğünden önce giymesi uğursuzluk getirdiğine inanılmaktadır. Bu inançlar günümüze kadar gelse de, eski etkisini sürdüremediği de bir gerçektir.
Söz evlenmeden açılınca evlilik yüzüğünde de bahsetmek gerekiyor. İnsanların evlenince yüzük takmaları eski Mısırlıların inançlarına dayanıyor. M.Ö. 2800 yıl önce Mısır’da yaşayanlar dairesinin veya halka şeklindeki cisimlerin, başlangıç ve bitiş noktalarının olmaması nedeni ile sonsuzluğu temsil ettiklerine inanıyorlardı. Yüzük evliliğin sonsuza dek süreceğini simgeliyordu. Sonra bu inanç ve adet Romalılar vasıtası ile iyice yaygınlaştı. Kazılarda o devirlere ait çok ilginç evlilik yüzüklerine rastlanmıştır.
Evlilik yüzüğünün sol ele ve sondan bir önceki parmağa takılmasının sebebi ise, modern tıbbın gelişmesinden önceki devirlere ait yanlış bir insan anatomisi bilgisidir. O zamanlarda dolaşım sistemimizdeki ana damarın sol elimizde bu parmaktan başlayıp kalbimize gittiği sanılıyordu. Böylece buraya takılan yüzükler evli çiftin kalben bağlılığını simgeliyordu, tıbbın gelişmiş olmasına rağmen bu adet etkisini devam ettirmektedir.