Medine’de Zaferoğulları’ndan olan Tu’me bin Übeyrik isimli bir adam, bir gece vakti komşusuna ait olan zırhı çalmaya kalkışmış. Fakat zırh bir un çuvalının içerisinde saklandığı için, yol boyunca peşi sıra iz bırakmış. Arkasında kalan izi fark eden Tu’me bin Übeyrik, bu çuvalı gidip bir Yahudi olan Zeyd bin Semin’in evine bırakmış.

Sabah olup da zırhın çalındığı fark edilince, evin etrafında son görülen Tu’me bin Übeyrik’e sormuşlar. Tu’me, kendisinin almadığını ve kimin aldığını da bilmediğini söyleyip yeminler edince onu rahat bırakmışlar. Eve dönünce un dağarcığının içerisinden başlayan un izlerini fark edip, bu izleri takip ederek Yahudi adamın evine ulaşmışlar. Yahudi adam zırhın nerede olduğunu bilmediğini söylemiş ama zırh bahçesinden çıkınca sözleri fayda etmemiş. Adamı yaka paça Efendimiz’in (s.a.v.) yanına getirmişler. Zeyd bin Semin, Efendimiz’e (s.a.v.) dönerek “Ey Muhammed (s.a.v.), ben bir Yahudi’yim fakat bunu ben çalmadım. Dün gece Tu’me bin Übeyrik gelip un olduğunu söyleyerek kapıma bıraktı.” demiş. Tu’me ise “Ey Allah’ın Rasûlü, ben bir Müslüman’ım, bana değil de bu adamın sözüne mi inanacaksın!” demiş.

Efendimiz (s.a.v.) her olayda yaptığı gibi her iki taraftan da şahitler istemiş. Yahudi o gece yanında olan arkadaşlarını çağırmış, Tu’me ise kendisine kefil olan akrabalarını. Her ikisi de şahit bulunca, iş zahiri delillerin kimi işaret ettiğine kalmış. Ve Efendimiz (s.a.v.) çok içine sinmese de, zırh onun evinde bulunduğu için Semin’in aleyhine bir karar vermiş.  Ama işin iç yüzünü bilen Allah, nebisine hakikati haber vermiş: “Biz sana Kur’ân’ı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma! Allah’tan bağışlanmanı dile. Şüphesiz, Allah bağışlayıcıdır, esirgeyicidir. (4/105-106)

Bu ayetlerde görüyoruz ki, Allah doğru hüküm verebilmeleri için peygamberlere ve insanlara bir takım ayetler göndermiştir. Aynı zamanda mutlak Hakîm yalnızca Allah olsa bile, yarattıklarına da kendi aralarında hüküm verebilmeleri için Hakîm isminden bahşetmiştir. Ve biz, insanlar arasında en Hakîm kim olabilir diye bir düşünsek, hiç şüphesiz aklımıza ilk olarak Efendimiz (s.a.v.) gelir. Bu kıssa ile Allah bize, insanların en Hakîmi olarak düşündüğümüz Rasuûlullah’ın dahi kimi zaman yanlış kararlar verebileceğini, çünkü olayların iç yüzünü göremeyeceğini, görse bile zahiri delillerin yanıltıcı olabileceğini insanlara göstermiştir.

Kur’an-ı Kerim’de en çok geçen isimlerden biri olan el-Hakîm, 77 kez Allah’a isnatla ve 4 kez de Kur’an-ı Kerim için kullanılmaktadır. Genel olarak Aziz, Âlîm, Habîr, Aliyy ve Tevvâb isimleriyle birlikte kullanılıyor olması ise âlimlerce izzete, mutlak güce ve sonsuz hâkimiyete işaret etmektedir.

Hakîm, “bir şeyi ıslah etmek, herhangi bir yanlışı önlemek, dengeli davranmak, isabetli karar vermek” anlamındaki “Hakame” kökünden türetilmiştir. Bu bağlamda el-Hakîm “Daima hikmetle hükmeden ve her hükmünde hikmet bulunan” demektir.

Bu isim, daha önce öğrendiğimiz “Hakem” ismiyle aynı kökten geldiği halde farklı noktalara işaret eder. Hatırlarsanız el-Hakem, son hükmü veren demekti. El-Hakîm ise bu hükmün içerisindeki görülen görülmeyen tüm hikmetleri bilen ve ortaya çıkaran demektir.

Kâinatta hiçbir şey yoktur ki, ilahi hikmetle donatılmış olmasın. Zerreden küreye ne varsa hepsi el- Hakîm olan Allah’ın hikmetinden nasibini almıştır. İnsan kendisine ve çevresine şöyle bir baksa, bu hikmetin milyonlarca farklı şeklini görür. Görmek demişken, bazı âlimler her insanın imanı ölçüsünde hikmet görebileceğini söylüyorlar. Ben aslında tam tersi olabileceğini de düşünüyorum. Yani muhakkak, bir şeye hikmet nazarıyla bakmak iman göstergesidir ama bazen de insan zayıf imanına hatta imansızlığına rağmen yaratılan birçok şeyden fevkalade çıkarımlar yapabilir. Ve Allah nasip ederse şayet, bu çıkarımların birer yaratılış mucizesi olduğunu fark ederek iman yoluna girebilir yahut imanını arttırabilir.

Aynı şey bizler için de geçerli. Tam zayıf düştüğümüz, imtihanlardan yorulduğumuz, kendimizi sıkışmış hissettiğimiz bir anda Rabbimizin bir hikmetiyle karşılaşıp daha güçlü bir şekilde ayağa kalkıyoruz. Ya da yaşarken çok acı gelen şeylerin, bir süre sonra aslında ne kadar hayırlı olduğunu anlıyoruz. Yani içinde bulunduğumuz en zor durumların dahi bir hikmeti olduğunu düşünmek, aslında Allah’ın el-Hakîm ismine iman etmek demektir. Ve inşallah bu ismi idrak etmek, bizlere başımıza gelenlere şikayet etmeden önce “Vardır bir hikmeti.” demeyi öğretir.

O halde, Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.

Sadakallahulazim.