Musavvir, hem Arapça’da hem de Türkçe’de “şekil veren” demektir. Bu kelime “El Musavvir” olarak karşımıza çıktığında, mutlak yaratıcıya has bir özel isim haline gelir. El Musavvir ise “tüm mahlûkatın tasarımını benzersiz bir şekilde yapan, onlara kendi isteğine göre şekil ve suret veren” demektir. Bu öyle bir şekil vermektir ki, O’ndan önce kimse bu şekli verememiştir. Çünkü O, yoktan yaratandır. Daha önce Hâlik isminde söylediğimiz gibi, insanın ortada bir ham madde yok iken bir şey icat etmesi mümkün değildir. Beşerin ortaya koyduğu her icat, ilahi kudretten çıkan eserlerin aciz taklitleridir.
Bu isme ayna olan varlıklar incelendiğinde iki farklı görüntüyle karşı karşıya kalıyoruz. Birincisinde, her şey birbirinden farklı. İkincisinde ise, dilediği her şey tıpa tıp aynı. Bugüne kadar gelmiş geçmiş milyarlarca insan, öz kardeşler dahi parmak izlerinden göz bebeklerine, tırnaklarından yüz şekillerine kadar farklı farklı şekilde yaratılmışlar. Dışarıdan bakıldığında biraz deri, birkaç hücre ile meydana gelen bu azaların her birinden milyarlarca farklı bir görüntü çıkması elbette Musavvir isminin kudretidir. Hiçbir sanatçının elindeki sayılı malzeme ile bu kadar çeşit çıkarması mümkün değildir. Hatta ülkenin tüm sanatçılarını bir araya toplasalar bile bu mümkün değildir. Onlara bir yüz çizmeleri söylendiğinde, her birinden çıkacak çizimin aynı olma olasılığı matematik ilmiyle rahatlıkla hesaplanabilir. Aynı olmayan çizimler ise farklılıkları ortaya çıkması gereken şekle asla benzemiyor olacaktır. Farklılaştırmaya çalışıldıkça, esas görüntüden uzaklaşılacak ve uzaklaşma hayli başarısız sonuçlar verecektir. Bu sanatçılara farklı çizmeleri söylendiğinde çok fazla eser ortaya koyamayacakları gibi, aynı çizmeleri söylendiğinde de başarısız olacaklardır. Örneğin bir insan için bir yüz çizdikten sonra ikincisini çizmek, en azından ilkini çizmek kadar zordur. Hatta ondan daha zordur. Zira aynı unsurları kullanacak ama farklı bir noktayı yakalayacaktır. Ünlü Fransız ressam Henri Metisse bu zorluğu şöyle ifade etmiş: “Bir ressam için gül resmi çizmek kadar zor bir iş yoktur. Çünkü daha evvel çizilmiş bütün gül resimlerini bir yana bırakıp öylece çizmesi gerekir.” Bir gül için bu kadar zorlanan ünlü bir sanatçının, insan yüzü çizerken yaşayacağı zorlukları tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Bir de ondan bu yüzün, aynısı çizmesi istendiğinde hem aynı unsurları kullanarak, hem aynı yere koyarak, hem de belli ölçülere bağlı kalarak yeni bir çehre oluşturması mümkün değildir. Bir sanatçının basit bir çizime bile o simetriği verebilmesi için bazen yıllarca çalışması gerekiyor. Buna mukabil Rabbimiz saniyede 4 ve günde neredeyse 350 bin insanı son derece kolaylıkla yaratılıyor. Üstelik O, bir anne karnından farklı şekillerde ikiz, üçüz, dördüz bebek yaratma kudretine sahip olduğu kadar, onları birbirine benzeyen şekilde yaratma kudretine de sahiptir. Bizim satırlarca anlatarak imkânsızlığını savunduğumuz şey, O’nun Hâlik ismiyle “Ol!” demesiyle olur.
Bu ismin anlaşılması için gözlerimizi insandan diğer mahlûklara çevirdiğimizde de aynı farklılıklarla karşılaşırız. Yağmur damlasından, kar tanesine, yıldızlardan, bulutlara kadar her şey bambaşka şekillerle süsler kâinatı. Yine hayvanlar âleminde de aynı farklılık söz konusudur. Genel bir köpek adı altında bile binlerce farklı çeşit bulabiliriz. Bu binlerce çeşidin her biri kendi yaratılışına uygun farklı özellikler taşır. Bu farklılıklar arasında dahi onun köpek olduğunu anlayacağınız aynılıklar bulmanız Musavvir isminin o köpeğe de tecelli etmiş olmasındandır. Yani kâinatta Cenab-ı Hakk’ın ilm-i ezelesinden çıkmamış tek bir zerrecik dahi yoktur. Görünen ve görünmeyen ne var ise, her biri onun eseridir. En büyük yaratılandan, en küçük taneye kadar her şeye şekil veren O’dur. Bu yüzden kâinat ve içindekiler tamamiyle Hâlik, Bâri ve Musaavvir isminin tecellilerinden meydana gelmiştir.
Bu isimin açıklandığı her kaynakta az ya da çok muhakkak ressamlar bahsine değiniliyor. Bizim yukarıda sanatçı adı verdiğimiz ve bir yüz çizmesini istediğimiz her ressamın yarın ahiret gününde hesaba çekileceği söyleniyor. Bu konuda ise şu hadis esas alınıyor: “Şu canlı resimleri çizenler yok mu? Allah onlara çizdikleri resme can verinceye kadar azab eder. Onlar ruh veremeyecekleri için ise ebediyyen azap olurlar.” Bu konuya geçmişteki hadiselerden ve ayetlerden de destek sağlamak mümkün. Fakat ben delillerden çok sebeplerden bahsetmek istiyorum.
Geçmişte ve günümüzde Allah’ın tek ve mutlak yaratıcı olduğu inancına dayanan İslâm dini, bu inancı korumak için son derece titizlik gösterir. Akla ve kalbe, gizli ve açık bir şekilde girebilecek her tür şirk ve putperestlik yolunu kapatır. Bunun için de, resim konusunda hassas davranır. Çünkü çoğunlukla, sevilen kimselerin hatıralarını devam ettirmek gibi bir niyetle başlayan resim ve heykel işi, sonunda Allah’a şirk koşmaya, resmi ve heykeli yapılan kimseleri yüceltmeye kadar varır. Cahilliye geleneğinde, bir suret gördüğünde insanlar ondan çok etkilenip bir süre sonra farketmeden onu ilahlaştırmaya başlayınca bu tehlike sezilmiş ve bu konu keskin hatlarla belirlenmiştir. Bizler “Elhamdulillah müslümanız.” diyor ve bu ilahlaştırma meselesine girmeyeceğimize kendimizi inandırıyoruz. Fakat tek sorununun ilahlaştırmak ve tapmak olmadığını tekrar edelim. Karşımızda bulunan bir fotoğrafa, bir heykele, bir resime defaatle bakmak bir müddet sonra farkında olmadan ağzımızdan gizli şirk cümleleri çıkmasına sebep olabiliyor. Bunun örneklerini hepimiz muhakkak görmüşüzdür. İşte bizim sonuçlarını tahayyül edemeyeceğimiz bu konunun uyarısı asırlar önce Efendimiz tarafından yapılmıştır. Muhammed (s.a.v.) ümmeti olarak da bize düşen bu uyarıya olabildiğince kulak vermektir. Yeni bir paragrafa geçmeden önce, Allah’ın tevbe etmiş kullara olan rahmetini hatırlatmak istiyorum. Hayli sert bir hadisin arkasından umutsuzluğa düşecek bir insanın yükünü omzuma almak istemem. Kendi düşüncemi aktarıyor olmaktan da Allah’a sığınırım. Ve sığındığım Allah’ın rahmetinin ne kadar geniş olduğuna, tövbe etmiş kulların makamının samimiyetleri derecesinde artacağına olan inancım tamdır. Duam odur ki, sizin de böyle olsun. Geçmişimizde bilerek yahut bilmeyerek kalem değdirdiğimiz her çizim bizim serseriliğimizden olsun ve bugünden sonra da bu konuya dikkat etmek nasip olsun.
Geleneği bozmadan Kur’anî çerçeveyi incelediğimizde, bu ismin bir kere Allah’a izafe edilerek karşımıza çıktığını görüyoruz. Haşr Suresi 24. ayette şöyle buyruluyor: “Huvallâhul hâlikul bâriûl musavviru lehul esmâul husnâ, yusebbihu lehu mâ fîs semâvâti vel ard” Yani “O Allah ki; yaratandır, yoktan var edendir, şekil verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde var olanlar O’nu tesbih eder.” Ayetin ilk kısmındaki isimleri daha önce açıklamıştır. Şekil veren anlamına gelen Musavvir ismini de bu yazıda naçizane anlatmaya çalıştık. Bu isimler zikredildikten ve insana sanatkârın kim olduğu hatırladıktan hemen sonra karşımıza bir hatırlatma çıkıyor. Aslında bildiğimiz ama üzerine çok da düşünmediğimiz bir hatırlatma: “Göklerde ve yerde olanlar O’nu tesbih ederler.” Demek ki, kâinatın ve içindeki bunca çeşitliliğin yaratılma sebebi bu. İnsanın zikri, Allah’ı hatırlamak, emir ve yasaklarına uygun olarak davranmak. Hayvanların zikri, kendilerine verilen program içerisindeki görevlerini yerine getirmek. Diğer yaratılan meyvelerin, bitkilerin, ağaçların, gökyüzünün ve denizlerin ise zikri bizim aklımızla idrak edebileceğimiz bir zikir değildir. Onların bizim kullanımımız için yaratılmış olmalarının sebebi ise insanı tefekküre sevk etmektir. İnsana Rabbini göstermek, kudretini anlatmak içindir. O halde bizler maddeye takılmayacağız. Çünkü eşya eskir, meyve çürür, yağmur durur, güneş batar. Aslolan bunların arkasındaki sanatkârı görmek ve O’nu tesbih etmektir. Bizden istenen budur.
O halde, Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.
Sadakallahulazim.