Mecîd, “genişlik ve kerem” anlamı taşıyan “mecd” kökünden türetilmiştir. Bu bağlamda El Mecid, “Şan ve şöhret sahibi, büyüklük ve kudretine ulaşılamayan, her türlü övgüye layık olan” demektir.  El-Mecîd olan Allah;  kullarına şan şeref bahşeden, büyüklük ve kudretinden dolayı yüce olan, güzel işlerinden dolayı da sevilip övülendir.

İnsanoğlu da acizliğine bakmaksızın, şan şöhret peşinde koşarak, şerefin ve kudretin sahibi olmak ister. Eğer kişinin tasavvurunda, şan ve şeref hakiki anlamını bulmamışsa, yaşadığı ve yaşayacağı her şeyi bu yolda feda ederek, hırs ile o kudrete ulaşmanın yollarını arar. Yine bu yolda karşılaşacağı imtihanları de, ders çıkarılacak meseleler değil, zafere giden yolda aşılan engeller olarak görür. Lakin bu çaba, bir hayvanın kendi kuyruğunu kovalaması gibidir. Çünkü Allah izin vermedikçe, tüm hırslı uğraşlar başlangıç noktasında bitecektir.

Ve eğer Allah, şan ve şerefin hakiki anlamını kavrayamamış bu kişilere şöhret, kudret ve mevkii verir ise bu veriş şüphesiz bir nimet değil, bir imtihandır.  Hatta belki kişiyi felakete sürükleyecek bir imtihan. Âlimler diyorlar ki; Şöhret tür insanı felakete götürür. Birincisi; Şöhret peşinde koşup duran. İkincisi; Şöhret sahibinin peşinde koşup duran. Bu felaket sahnelerinden korunmanın yegâne yolu; Şan ve şerefin yalnızca Mecîd olan Allah’a ve O’nun nasip ettiği kullarına has olacağını kabul etmek ve bu doğrultuda teslimiyet ile yaşamaktır.

Her namazın sonunda okuduğumuz Salli-Barik dualarına baktığımızda, Efendimiz ’in bu güzel duaları “inneke hamidun mecid” diyerek bitirdiğini görüyoruz. Efendimiz ‘in bu duaları sahabeye talim ettirdiği günlerde, gündeminde aynı zamanda “El Mecîd” ismi şerifi de vardı. Duanın anlamı şu şekilde; “Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine rahmet eyle ve şerefini yücelt. Aynı İbrahim’e ve İbrahim’in ümmetine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye layık, şan ve şeref sahibi olan yalnız sensin.” Efendimiz bu dua ile bizlere duanın adabını bir kere daha göstermiş bulunuyor. Üstelik Efendimiz, kendi şahsi istekleri için bir şan ve şeref arzusu duymazken, tek derdi İslam ve İslam’ın gelecek nesillere ulaştırılması iken bu duayı bu adaba riayet ederek etmesi bizlere örnek olmalı. Bu dua bize, kendi isteklerimiz, kendi şahsi emellerimiz, kendi şöhretimiz için hırslandığımız yüzlerce meseleyi muhasebe etmemiz gerektiğini hatırlatmalı.

Son olarak Mecîd olan Allah’ın dünya üzerindeki en büyük tecellisi olan Kuran’a bakalım. Kuran’da bu isim iki yerde Allah’a isnatla, iki yerde de Kuran’a izafe edilerek kullanılıyor. Buradan anlıyoruz ki; Allah şan ve şeref konusunda kendi payıyla Kuran’ın payını eşit tutuyor. Ve biz az önce öğrendik ki, Mecîd olan yalnızca şan ve şeref sahibi olmaz, aynı zamanda şan ve şeref bahşeder. O zaman diyebiliriz ki; Kuran insana şan ve şeref veren, ona hayırlı mevkiler nasip eden mucizevi bir kitaptır. Zaten Kaf Suresi 1.ayette ve Buruc Suresi 21.ayette şöyle buyurulur; “huve kur’ânun mecîdun.” Yani “O Kuran, Mecîd’dir.”  O halde bize düşen, Kuran’ı Allah’ın koyduğu yere koymaktır. Bunun aksi Kuran’a da, bize de zulümdür.

O halde, Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.

Sadakallahulazim.