Halîm, “hoşgörülü, yumuşak huylu, tahammülü ve affediciliği yüksek” anlamındaki “Hilm” kökünden türetilmiştir. Bu bağlamda El-Halîm “Hep yumuşak davranan, cezalandırmakta ve gazapta acele etmeyen, kızdıklarına mühlet veren ve bu mühlette pişman olup tövbe edenleri daima affeden” demektir.

Bu ismi anlamaktaki en önemli nokta; suçluyu cezalandırmayan her insana Halîm sıfatı verilmeyeceğini bilmektir. Çünkü suçluya, gücü yetmediği için ceza vermeyen, cevabı olmadığı için sessiz kalan, affetmek zorunda olduğu için affedici davranan kişilere Halîm denmez. Dünyada niceleri vardır ki, ellerinde ufacık bir kudret olsaydı taş üstünde taş bırakmazlardı. Tüm öfkelerini kusarak cezalandırmak için vakit kaybetmeden harekete geçerlerdi. Fakat Allah onların bu zafiyetlerini en iyi bilendir ve bu yüzden onlara bu kudreti vermemiştir. Verdikleri de büyük imtihanlar içerisindedirler, umulur ki fark ederler.

Aslına bakarsanız,  Halîm sıfatını gerçekten hakkını vererek yaşamak insan için belki de en büyük yüklerden biridir. Karşınızdaki gözünüzün içine baka baka hakkınıza tecavüz edecek, cezalandıramayacaksınız. Sizi günlerce üzecek, siz yine de hoşgörülü davranacaksınız. Kalbinizi bin parçaya ayıracak, gülüp geçeceksiniz. Her durumda Allah’a havale etmeyi bileceksiniz ve kalbinizi yalnız bu düşünceyle sakinleştirebileceksiniz. Bu, insan kalbine yüktür. Bir insanın her zaman, her olayda, herkese bu olgunluğu göstermesi mümkün değildir. Velev ki gösterdi, bir müddet sonra bu alttan almaların hesabını tutacaktır. “Bu kaç oldu?” diyecektir içerisinden ve bu sesler zamanla dışa vurulacaktır. Fakat Allah’ın “Bu kaç oldu?” diye bir hesabı yoktur. Çünkü affetmek, üstünü örtmek, anlayış göstermek ve cezalandırmayı bekletmek Allah’a yük değildir. Bilakis O, kulum af dilese de ben affetsem diye bekler. Çünkü, O Halîm’dir, Ğafur’dur.

Söz buraya gelmişken, Halîm isminin Kur’an-ı Kerim’de 15 yerde geçtiğini ve hiç tek başına kullanılmadığını, çoğunlukla Ğafur ve kimi zaman da Alîm ismiyle birlikte kullanıldığı da söylemiş olalım. Ayrıca bu kullanımların 11 tanesi Allah’a izafe edilerek kullanılmıştır. Diğerlerinde ise Hz. İbrahim, Hz. Şuayb ve Hz. İsmail’den bahsedilir. Bu ismin Kur’an’da insanlar için hiç kullanılmamış olması dikkatimizi çekiyor olsa da, Esma’ül Hüsnâ âlimleri bu konuda ümitsiz olmamamız gerektiğini vurgular. Zaten Kur’an’da Halîm isminin bu üç peygamber için kullanılması sebepsiz değildir. Rabbim bizlere, Şuayb (a.s.)’ın inkar karşısındaki sabrını ve affediciliğini, İsmail (a.s.)’ın teslimiyet gösterirkenki yumuşak huyluluğunu, İbrahim (a.s.)’ın uygulaması zor bir imtihan karşısında gösterdiği hoşgörüyü model almamız gerektiğini vurgulamaktadır. Bu isim ile bu ayetlerin ve bu peygamberlerin birlikte kullanılması, bir nevi “Siz de onlar gibi olun, yaşayacağınız imtihanlar karşısında onları örnek alın.” çağrısıdır.

Bir de bu noktada örnek almamız gereken bir diğer peygamber hiç şüphesiz Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Çünkü Efendimiz, insanların en zor kızanı ve en çok bağışlayanı idi. Şahsına yapılan kötülüklerden dolayı hiçbir şekilde intikam almaz ve öfkeyle karşılaştığı durumlarda sükûnetini korurdu. Hatta Peygamberimiz’in (s.a.v.) sabrı, affediciliği ve yüksek ahlakı birçok kişinin onu sevmesine ve imana girmesine vesile olmuştur. Rabbimiz, habibine verdiği bu güzel ahlakı överek, bunun Allah katından verilen bir rahmet olduğunu bize Âli İmran Sûresi’nde şöyle bildirmiştir: “Allah’ın bir rahmet eseridir ki sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer öfkeli ve sert mizaçlı biri olsaydın muhakkak onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.”

Bilmek lazım ki, anlayış göstermek, hoşgörülü davranmak, yumuşak huylu olmak, bağışlayabilmek ve tahammül sahibi olmak ancak olumsuz davranışlar karşısında anlam kazanır. Yoksa sıradan olaylar karşısında herkes sakin ve sabırlı kalabilir. Peygamberimiz (s.a.v.), yalnızca normal zamanlarda değil en zor şartlarda dahi bu sabrı gösterebilmiştir, bu yüzden bu yolda bizim en değerli örneğimizdir. Çünkü O, kimsenin tahammül edemediği hakaretleri dahi sineye çeken, dinine saldıranları bile güzellikle uyarmaktan asla vazgeçmeyen,  yasaklanan davranışlarda bulunan insanları bile kibarlıkla uyarabilen bir insan idi. Hatta bir gün, bir bedevi mescitte namazını kıldıktan hemen sonra, mescidin arka duvarına abdest bozmuş. Bunu gören sahabeler adamın üzerine yürümüş ve hakaret etmeye başlamışlar. Efendimiz sesleri duyar duymaz müdahale etmiş ve şöyle demiş: “Onu rahat bırakın, bu seferlik işini görsün. Nasılsa arkasından bir kova su dökerek orayı temizleriz. Çünkü biz kolaylaştırıcı olmak ile görevlendirildik, güçleştirici olarak değil.” Sahabeleri uyardıktan hemen sonra sakince bedeviye dönmüş ve güzellikle mescitlerin namaz kılmak için olduğunu anlatmış. Üstelik takdir edersiniz ki, bu olaya sahabelerden çok Efendimiz’in (s.a.v.) kızması gerekirdi. Çünkü kendi eliyle yaptığı ve yalnızca ibadet maksadıyla kullanılmasını istediği mescide biri geliyor ve hakaret niteliğinde bir davranışta bulunuyordu. Bu durumda bile anlayışını koruyabilen hilm sahibi Peygamberimiz’den almamız gereken ilk ders, insan kaybetmeye değil insan kazanmaya çalışmamız gerektiğidir. Dua edelim ki, Rabbim, bizleri de hilm sahibi ve yumuşak huylu insanlardan eylesin. Aksi halde, sözlerimizle kırılan kalplerin, üzülen yüreklerin, asılan yüzlerin hesabını vermek zor olur.

O halde, Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.

Sadakallahulazim.