Karanlıkları aydınlığa kavuşturan Allah-u Tealâ’ya hamd-u senâlar olsun. Allah’ım! Kulun ve resulün Efendimiz Muhammed’e (s.a.v), kadın erkek bütün müminlere, kadın erkek bütün Müslümanlara salât ve selâm eyle.
Erlerce makbul, Nakşibendi tarikatının pîri, ilim ve beyanda üstün, aşk ve dostlukta yok olup giden, temkinli zâhid bir kimse olan Hâce Yakûb-î Çarhî (k.s.), tarikatın baş ayyârlarında, bu taifenin beylerinden ve Orta Asya’nın ulularındandı.
Hz. Muhammed’in (s.a.v) varisleri olan silsile-i sâdâtın on yedinci halkası Hâce Yakûb-î Çarhî (k.s.) Hazretleridir. Asıl künyesi Yakûb b. Osman b. Mahmûd el-Gaznevî el-Çarhî’dir.
NESEBİ
Hâce Yakûb-i Çarhî (k.s.) Hazretleri’nin dünyaya teşrifleri hakkında kesin bir tarih bilinmemekle birlikte, dünyaya gözlerini bugün ki Afganistan’da bulunan Çarh’ta açtı. Hâce’nin ailesiyle ilgili mâlumat, kendisinin müellifi olduğu eserlerdeki kısa bilgilere dayanmaktadır. Yakûb-î Çarhî’nin dedesinin medfun bulunduğu kabre gösterilen saygıdan dolayı mübarek bir zât olduğu düşünülmektedir. Yakûb Hazretleri’nin yazdığı eserlerde dedesinin isminin Mahmûd Efendi olduğu anlaşılmaktadır. Mahmûd Efendi’nin en büyük arzusunun Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) sünnetlerini ömrüne nakşetmek olduğunu nakletmektedir. Hz. Yakûb’un (k.s.) atası ve babasının kabr-i şerifleri halen ziyaretgah olduğunu dikkate aldığımız zaman ailesinin saygı duyulan bir aile olduğunu anlaşılmaktadır.
Yakûb-î Çarhî’nin izdivacı hususunda net bilgiler bulunmamaktadır. Ancak Fethâbâd’a göre, Seyfeddin Bâhrezî’nin kabri karşısında bir evinin bulunması ve Hz. Nakşibend’in (k.s.) kendisine ve ailesine berekete vesile olması dileğiyle sarığını hediye etmesi, Buhara’dan ilim tahsili için ayrılmadan önce evli olduğu kanısına varılabilir.
Yakûb b. Osman’ın evlatlarıyla ilgili olarak, gençken vefat etmiş bir oğlu olduğunu, yazdığı bir tefsirde üzüntüsünü dile getirirken bahsetmiştir. Yakûb-î Çarhî (k.s.), “Bir kalpte iki kişiye yer yoktur. Bütün sevgiler O’nun sevgisinden eritilmedir.” diyerek evlât acısını metanetle yatıştırmaya çalışmıştır. Mecdüddin Muhammed isimde bir oğlu daha olduğunu “İlm-i Ferâiz” adlı eserinden anlaşılmaktadır. Ancak iki oğlundan hangisinin daha önce öldüğünü bilinmemektedir.
İLİM TAHSİLİ
İlim tahsili için öncellikle Herat’a gitmiş, bir süre Herat Camii’nde eğitim görmüş ve bu süre zarfında Hâce Abdullah-ı Ensârî’nin dergâhına misafir olmuştur. Herat döneminin en önemli ilim merkezi olmakla beraber, öğrencilerin yüksek öğrenim için rağbet ettikleri önemli merkezlerdendi.
Herat’ta gerekli olan tahsilini tamamladıktan sonra, Hazret-i Yakûb (k.s.) Kahire’de zamanın ulemasından şer’î ve aklî ilimleri tahsil etmek için Şeyh Zeynüddin-i Hâfî (k.s.) rahle-i tedrisatında diz çökmüştür. Şeyh Hâfî (k.s) ile birlikte Mevlânâ Şehâbeddin-i Şirvân’i’den de ders almıştır.
Herat ve Mısır’daki eğitimlerden sonra Buhara yoluna revân olan Çarhî (k.s.) oradaki ulemada icâzet-i fetvasını almıştır.
İNTİSÂBI
Yakûb-î Çarhî (k.s.) aklî ve şer’i ilimleri tahsil ederken daima tasavvuf erbabına karşı derinden saygı beslemiş, erenlerin yoluna karışmayı arzu etmiştit. Hikmet yolunun pîrlerinin kapılarını saygı ve arzuyla birçok gitmiş olacak ki, daima kalbinde Muhammed Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend (k.s.) Hazretleri var olduğunu ifade etmektir. Buhara’da fetva icazetini aldıktan sonra vatan-ı asline dönme niyetine tutuldu ve böylece evliyâullahın elini tutmak için sebepler çarkı dönmeye başlamış oldu.
Yakûb-î Çarhî Hazretleri müellifi olduğu “Risâle-i Ünsiyye” adlı eserinde Şâh-ı Nakşibend Hazretlerine intisâbını şöyle anlatmaktadır:
“Hizmetine girmeden önce de Şâh-ı Nakşibend Hazretlerine karşı içten bir sevgi ve muhabbetim vardı. Buhara ulemasından fetva verme izni aldıktan sonra doğduğum topraklara (Çarh’a) dönmeye karar verdiğim esnada bir gün Şâh-ı Nakşibend Hazretlerini ziyarete gittim.
‘-Himmet ve teveccühünüzü eksik etmeyiniz’ diye çok yalvardım. Hazrette:
‘-Gidecek zamanda mı benim yanıma geldiniz?’ buyurdular.
‘-Ben sizleri çok seviyorum’ dedim.
‘-Bize olan sevgi nerden geliyor?’ dedi.
‘-Sizin büyük ve insanlar nazarında makbul biri olmanızdan.’ dedikten sonra,
‘-Bundan daha iyi bir delil gerek. Zira halkın kabulü şeytani de olabilir’ dedi.
‘-Sahih bir hadiste, ‘Allah’ın bir kuşunu dost edinirse onun muhabbetini kulların gönlüne düşürür. Kullar da onu severler’ buyurulduğunu ilettim.
Bu sözümün üzerine tebessüm edip, ‘Biz Azîzânız’ buyurdular. Bu sözü duyunca dehşete kapıldım, halim değişiverdi. Zira birkaç ay önce rüyamda bir zât bana ‘Azîzâna mürid ol’ demişti. Ben bunu unutmuştum, o anda hatırıma geldi.
Tekrar, ’Himmet ve teveccühünüzü eksik etmeyiniz.’ dedim.
‘Bir kimse Azîzân Hazretlerinden kendisine teveccüh etmesini istermiş. Ona, ‘Benin yanında seni hatırlatacak bir şeyini bırak ki, onu görünce seni hatırlayayım, buyurmuşlar.’ dedi. Sonra ‘Senin verecek bir şeyin yok. Bu takkeyi al, sakla. Bu takkeyi gördüğün zaman bizi hatırlarsın. Ne zaman bizi hatırlarsan bizi andığın gibi bulursun.’ buyurup mübarek takkelerini bana verdiler. ‘Mevlânâ Tâcüddîn Deşt Külegî’yi ziyaret et, o evliyâullahtandır.’ dedi.”
Elbette ki, Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin, Yakûb Hazretlerine takkesini vermesi sahabenin Hz. Peygamber’den (s.a.v) bir parça eşya bulundurmasının temayülüdür. Zannediyorum ki, aradaki muhabbetin azalmasına engel olmak ve kalplerde olan sevgiyi diri tutmak hedeflenmiştir. Yakûb-î Çarhî (k.s.) anlatmaya devam ediyordu:
“Ben, önce Belh şehrine, oradan da memleketime gitmeyi düşünüyordum. Belh nerede, Küleg nerede? diye aklımda geçti. Yola çıkıp Belh’e giderken, bir zaruret vâki oldu ve yolu Küleg’e düştü. Mevlânâ Tâcüddîn’in sohbetine iştirak ettim. Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinin ‘Mevlânâ Tâcüddîn Deşt Külegî’yi ziyaret et.’ Sözü aklıma geldi. Buna çok şaşırdım ve Şâh-ı Nakşibend’e karşı olan itikadım, muhabbetim ve sevgim daha da arttı.
Oradan memleketime gittim. Bir müddet sonra bir sebeple Buhara’ya döndüm. Kendimi Şâh-ı Nakşibendi’ye teslim etme arzusu kalbime düştü. Zira onu evliyâullâhın havassından ve kâmil ve mükemmil olduğuna dair bende katî bir kanâat hâsıl oldu.”
Buhara’ya döndüğün tasavvufi hikmetlerle örtülü birtakım hadiseler yaşadı ve onlardan biri şöyle idi; Buhara’da bir meczup vardı. Yakûb-î Çarhî (k.s.) onu önceden tanıyordu. Yanına vardı, mezcupta Hazretin gelişine çok sevindi. Çarhî (k.s.) meczuba,
“-Hâce Nakşibend’in hizmetine gireyim mi?” diye sordu. Mezcup da,
“-Ey Yakub! Çabuk adım at ki senin azizler zümresinde olma vaktin gelmiştir.” dedi. Bunu derken meczup bir taraftan aşasıyla yere çizgiler çizdi. Yakûb Hazretleri (k.s.),
“-Bu çizgileri sayayım. Toplamı tek sayı olursa Şâh-ı Nakşibendi Hazretlerini hemen ziyaret edeceğim. Çünkü Allah tektir, tek olan her şeyi sever.” diye düşündü. Tüm çizgiler saydı, tek sayı çıktı. Çarhî (k.s.) daha sonra içindeki şüpheleri gidermek için Kur’ân-ı Kerim’den bir ayet açar ve karşısına şu ayet-i kerime çıkar:
“İşte onlar, Allah’ın doğru yola illetiği kimselerdir, sen de onların yoluna uy” (En’âm, 90)
Bu hadiselerden sonra doğru Hâce Hazretlerinin dergahının bulunduğu köye gitti. Yakûb-i Çarhî (k.s.) dergaha vardığın, Hâce Hazretleri ihvanına sohbet irât ediyordu, sessizde bir köşeye çekildi ve beklemeye koyuldu. Çarhî (k.s.) oradaki hadisleri şöyle anlatmaktadır:
“Huzuruna varıp, beni kabul etmesini istedim. ‘Biz kendiliğimizden bir şey yapmayız. Bu gece bakalım ne işaret olunacak. Allah-u Teâlâ buyuruşa, biz de kabul ederiz.’ Buyurdular. Hayatımda bundan daha zor bir gece geçirmedim. Sabaha kadar acaba kabul olunacak mıyım, olunmayacak mıyım endişesiyle geçirdim. Sabah namazını beraber edâ ettikten sonra tebessümle ‘Kabul olundun.’ buyurarak müjdelediler.”
Yakûb-i Çarhî (k.s.) bir müddet daha Kasriârifân’da kalarak sohbetlere iştirak etti, hizmet etmeye devam etti. Şeyh Nakşibendi tarafından sûfî Çarhî’ye zikir dersleri telkin edildi, nefis terbiyesi de böylece başlamış oldu. Yakûb Hazretleri yola çıkacağı zaman, Şâh-ı Nakşibendi Hazretleri, “Bizden öğrendiğin her şeyi Allah’ın kullarına tebliğ et. Bu senin saadetine sebep olur.” buyurdular.
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, sûfî Yakûb’a vefatından sonra halifelerinden Hâce Alâüddîn Attâr (k.s.) sohbet ve hizmetine devam etmesini tembihledi, bir müddet Bedahşan’da kaldı. Bunun üzerine Hâce Alâüddîn Hazretleri, Çarhî Hazretlerine mektup göndererek Nakşibendi Hazretlerinin emrini hatırlattı. Bu davet üzerine Çarhî Hazretleri Çağanyan’a gitti ve Hâce Alâüddîn Hazretleri ahirete irtihal etti. Vefat etmesinden üç gün sonra Çağayan’dan Halfetu’ya gelip yerleşti Yakûb-î Çarhî (k.s).
İRAT FAALİYETİ, HALİFELERİ VE ESERLERİ
Yakûb-î Çarhî Hazretleri, Halfetu’da uzun yıllar irşâd vazifesini yerine getirmiştir. Yakûb-i Çarhî (k.s.) aldığı şer’i ve fen’i ilimlerinin yanında hikmet derslerini halifeleri ve İslam ümmetine irşat ederek paylaştı.
Yakûb-î Çarhî’nin riyâzet ve mücâhede yolunda yol gösterdiği halifeleri sırasıyla Yusuf-i Çerhî, Abdullah Berzişâbâdi, Yusuf Bâykûl, Muhammed Kuhistâni ve Ubeydullah Ahrâr’dır. Hâce Yakûb’un en meşhur halifesi Ubeydullah Ahrâr’dır. Hâce Yakûb’un yaktığı hikmet kandilleri vefatından sonra Ubeydullah Ahrâr Hazretleri vesilesiyle yanmaya devam etti ve birçok insana günahlarına tövbe etmesini anlatırken, birçok insana da kafirliğin sonu hüsran olduğunu vaaz etti.
Yakûb-î Çarhî bir gün gençlere verdiği bir sohbette şunları anlattı:
“İç temizliği; kalbin kin, hased, inşalara düşmanlık, cimrilik gibi kötü sıfatlardan ve Allah sevgisinden başka he rsevgiden temizlenmesi ve Allah sevgisi ile rahatlamaktan ibarettir. Kalp, kötü sıfatlardan temizlenip, iyi sıfatlarla süslenince, düzeltilmiş olur. Bu dünyanın kötülüklerden, ancak sâlim, doğru kalple kurtulunabilir. Bütün ibadetlerden maksat; zikir, Allah’ı anmaktır. Hak teâlâ’dan gâfil olunca, ibadetlerden beklenen fayda hâsıl olmaz. Zikir de, ihlassız olunca beklenen faydayı vermez.”
Yakûb-i Çarhî (k.s.) müellifi olduğu eserler, Farsça Fâtiha Tefsiri ile Tebâreke ve Amme cüzlerinin tefsirlerinin yanı sıra hadis-i şerife dair el-Ehâdîsu’l-Erbaûn, tasavvufa dair Farsça Risâle-i Ünsiyye, Risâle-i Ebdâliyye, Risâle-i Der-Silsise ve Sırât-ı Hâcegân-i Nakşibend, Risâle Der Beyân-ı Tarîk-ı Müstakîme Nakşibendiyye ve Zikr ile Şerhu Esmâi’l-Hüsna isimli eserleri bulunmaktadır.
KISSA-I HAYATLARINDAN
Herevî’nin müellifi olduğu Reşehât adlı eserde nakledildiğine göre Yakûb-i Çarhî Hazretleri buyurdular ki:
“Herat’ta ilim tahsili için kaldığım zamanlar Abdullâh Ensârî (k.s.) dergahında kalır ve yemeklerimi orada yerdim. Zira onun vakıf şartlarında genişlik ve vakfın aslına riâyette ihtiyat vardı. Herat’ta, Abdullâh Ensârî’nin, Hankâh-ı Melik ve Gıyasiyye Medresi vakıflarında başka yerde yemek uygun olmadı. Bu sebepten Mâvürâünnehir büyükleri müridlerini Herat’a göndermezlerdi. Orada helâl lokma çok azdı. Mürid, haram lokma yiyecek olursa, nefis kötü tabiatına geri döner, doğru yolda, Resûlullah’ın (s.a.v) ve ashâbının yolunda ayrılmış olur.”
MÜBAREK SÖZLERİNDEN
“Affetmekte kerem şöyledir ki, affettiği kimsenin ayıbını affettikten sonra, bir daha hatırlamamalıdır.”
“Allah-u Teâlâ’ya hakkıyla aşık olanların ciğerleri, O’nun rızasından mahrum kalmak korkusuyla yanıp, erir.”
Allah’ın muhabbetinin alameti, O’nun Resûlü Muhammed’e (s.a.v) tâbi olmaktır.”
“Kul, Allah-u Teâlâ’ya ancak O’nun yardımıyla kavuşur.”
VEFATI
Hayatının ilim tahsili ile geçiren Yakûb-î Çarhî Hazretleri ömrünün son demlerini Hulgatru’da geçirdi. Hâce Hazretleri tasavvuf deryasının en ihtişamları limanı, marifet yolunun ulu çınarı H.851 (1447) ahirete irtihal etti. Kabr- şerifleri günümüzde Tacikistan’ın başkenti Duşanbe şehrindedir.
Kaynak: Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyye, Fazilet Neşriyat, İstanbul 2014
Altın Silsile, Semerkand Yayınları, İstanbul 2015
Yolumuzu Aydınlatanlar, Yakûb-î Çarhî (k.s.) I-II