Serin bir nisan akşamında piyano sesleri eşliğinde kendimi arıyorum. Adres sorar gibi etrafa, yastıkların altına, kıyafetlerin arasına sıkışmışlığıma, çekmecelerin en arka yerindeki ücraya, ya da kim bilir hangi kitabın arasındaki kuruyan bir çiçeğin dalındayım ki bulamıyorum kendimi. Bedenen var isem de ruhen kim bilir hangi gökyüzünün semalarında dolaşıyorum, bilmiyorum. Bu kadar kolay kaybetmek kendimi, sanırım çok da sahiplenemeyişimden benliğimi, diyorum. Kendim olamadığım gibi hep bir başkasında yakalıyorum ben’i, zorla tutsam da elimden çekercesine, yakasından yırtılırcasına sıkı sıkıya yapışsam da olmuyor. Yaka elimde kalıyor, kolum kurtuluveriyor kendimden…
Pencere kenarına yaklaşıp dışarı bakışlarımda arıyorum kendimi. Kokusunun burnuma geldiği çiçekte miyim acaba diyorum. Ne zamandan beri sulamadığımı unutup boğazımda derin bir kuraklık hissediyorum. Çiçeğe sulanmadığını fark ettirmemeye çalışarak biraz su getirip döküyorum usulca ve güneşe yaklaştırıyorum. Boğazımda bir rahatlama hissediyorum, biliyorum ki onunla birlikte ben de kuruyup gidiyorum. Saksının yanına bıraktığım deri kaplı kalemi yanında bulundurmasıyla, babamın bana verdiği bir promosyon ürünü ajandama dikkat kesiliyorum. Acaba bir sayfasında sıkışmış kalmış olabilir miyim, bir hikayenin içindeki kişilerle mi sohbete dalmışım, diyerek elime alıyorum her sayfa dizdiğim harflerin zamanına, hepsinin ayrı ayrı anısına bırakmış beni. Tarihlere bıraktığım kalem izlerinde hem de geçmişe parça parça dağıldığımı hissediyorum.
Evde bulamayınca belki dışarı çıkmıştır diye hazırlanıp çıkıyorum dışarıya ve bekleyişlerimi gelir de, alır eve gideriz diye isteyişlerimi çıkarıp elimde tutuyorum usuldan. Çevreye bakınırken, ararken kendimi bir çocuk oluyorum annesine ne olur gitmeyelim diyen parktan. Dışarıdan görünen mız mız yüzünün ardındaki oyunun izlerini hissediyorum yeni baştan. İçinde çağlayan koşma hissi çağlıyor içimde, kayarken sonuna gelince düşmek üzere oluşun verdiği adrenalini damarlarımda hissederken acıyan bacaklarım çocuğunki ile aynı acıyı veriyor ve devam ediyor yorulmadan. Kulağıma çalınan kendi ismimle uyanışım ile ayrılıyorum çocuktan…
Bir baloncu olmuşum farkında olmadan. Seslenişindeki acıyı hissediyorum içimde ve diyorum ki kim bilir neler var yüzündeki kırışıklıklarının ardındaki hayatında. Kırışıklıklarını, yürüyüşündeki aksaklığı, pantolonunun eskiyen yanlarını, balonların renklerinin ezberini, tutuşundaki kayıtsızlığı ve hissediyorum ayaklarındaki o ufacık hafifliği. Hani balonlara takılıp o istediği mutlu diyarlara uçma isteğini… Sonra bir bakıyorum, uçuyorum masmavi gökyüzünde, içimin en derinliğinde, hayalini kurduğum bulutlara sarılıyor yüreğim, kucaklıyorum güneş ışınlarını ve sevdamı, bir kuşun kanadından kopup gelen küçük bir tüy misali hissediyorum tam da burnumun ucunda. Maviliğin verdiği tebessümleri biriktirip ceplerime koyuyorum huzurla. Gökyüzü olmak için kaldırdığım boynum ağrıyınca fark ediyorum bir parkta oturduğumu ve ne yapacaklarımı hatırlamaya çalışıyorum. Bir yerlerde ceplerime sıkışmış kenarı yapışkanlı turuncu kağıdımı kırışmış şekilde bulurken, ona üzülürken buluyorum kendimi. Neden bu kadar özensiz davranmışım diye kızarken kendime yine kendimden kopup karşıya geçerek kendime kızıyorum ama bunu fark etmiyorum. Usulca kalkıyorum yerimden çocuk olduğum, baloncu olduğum, balon olduğum, gökyüzü olduğum halimi bankın köşesine usulca bırakarak…
Adımlarımı bir yere yetişecekmişçesine hızlandırmalarım, hep kendimi aramalarım ve bulamayışlarım var çantamda. Yine huzursuzlanırken kendimce kaldırımın en ruhsuz taşlarına yöneliyorum ve adımlarımı çimlerden olabildiğince uzaklara atıyorum ki canları yanmasın diye. O hissi hissediyorum çünkü. Bir baskı ile kırılan kalp misali eğilip bükülen bir otun düzelmek için belki de ne kadar zaman gerekeceğini, canını kırılan bacağımdaymış gibi hissederek kim bilir yağmurun ne zaman yağacağını, kim bilir ne zaman iyileşeceğini düşünerek uzaklaşıyorum. Adeta çimin kendisi gibi oluşumu yadırgamıyorum çünkü kendimi her halimle ya bir yerlerde unutuyorum ya da bir yerlere dağıtıyorum. Hissedince kendimi, yüreğimin göğüne yağmur gibi düşüyor bu defa gözyaşlarım. Sokak ortasında olmayı da umursamazlığımı ceplerimden çıkarıp elime alıyorum. Alabildiğine ıslanıyorum yağmurlarımda. Kendimi bulamamanın huzursuzluğu ile bir yerlerde olamamanın acısı arkadaş olup beni hiç bırakmıyor biliyorum ama artık ben’i bir bulsam da mutluluk girse koluma, çimlere oturup saatlerce konuşarak izlesem küçük çocuğu, baloncudan balon alsam ona versem, kalkıp cebimdeki kağıda bakıp alınacaklar listesine bir şeyler eklesem, bankın rahatsızlığını bırakıp evime yönelsem, geriye çevrilmese başım ve gökyüzü sadece huzur olsa bana tüm maviliğiyle ve yağmasa yağmur gözlerimden ellerime…
Bahriye Eldemir