Cebrail’in, Azrail’in, Mikail’in ve İsrafil’in (aleyhimüsselam) Rabbi olan Allah-u Tealâ’ya hamd-u senâlar olsun. Allah’ım! Efendimiz Muhammed’in (sav) yolunu yüce, burhânını şerefli, peygamberliğini açıklayan delillerini belirgin ve faziletini bütün yaratılmışlara aşikâr eyle. Efendimiz Muhammed’e (sav) salât ve selâm eyle.

Evliyanın büyüklerinden, Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v) mübarek nesebinden olan el-Hucrîvî’nin (k.s) müellifi olduğu Keşfu’l Mahcûb adlı eserden rivayetle:

“Zunnûn Mısrî (k.s) anlatıyor:

Bir genç Mina’da sakin bir vaziyette oturuyordu. Halk ise kurban farizasını yerine getirmekle meşgullerdi. Kimdir, ne yapıyor diye gence doğru gözlerimi çevirdim. Genç şöyle dua ediyordu:
– İlâhi! Bütün halk kurban ibadeti ile meşgullerdir. Ben ise nefsimi huzurunda kurban, canımı feda etmek istiyorum. Bunu benden kabul buyur ya Râb!

Genç, bu duâyı ettikten sonra şehâdet parmağı ile boğazını işaret ederek yere düştü. İyice dikkat ettim ve nefsini hatta canını Allah’a kurban etmiş olduğunu fark ettim. Cansız bedeni Mina’nın topraklarında uzanıyordu.”

Ahir zamanda en büyük cihad nefis ile yapılandır. Bundan dolayıdır ki, mürşid-i kâmiller nefsi öldürmek üzere çalışmışlardır. Kimisi ‘ben bilmem’ zikrine düçar olmuş, kimisi ise zikrini kendisinden bile saklamıştır. “Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice duâ edin.” ayet-i kerimesini yol edinmişlerdir. İnsanın nefsi ile mücadelesi asırlardır süregelir. Asr-ı Saadet ise nefsin mağlup, insan-i kâmillerin galip olduğu bir devirdir. O halde nefsine zülfikârıyla diz çöktüren Hz. Pîr’in (r.a.) nefsiyle mücadelesini hatırlayalım.

Allah’ın arslanı, bir savaşta düşmanı alt etti. Hz. Ali (k.v.) kılıcını çekmişti ki, zülfikârın ucundaki düşman Hz. Ali’nin mübarek yüzüne tükürdü. Bunun üzerine Hz. Pîr (r.a.) düşmanı öldürmekten vazgeçince düşman askeri şaşırdı ve hemen Hz. Ali’nin (k.v.) yanına vardı.
– Ya Ali! Kılıcını çekmiştin, sonra kılıcını yere attın. Niye bana merhamet gösterdin? diye sordu. Pîr-i tarikat Hz. Ali (kv) buyurdu ki:
– Ben kılıcımı Allah rızası için vururum. Ben öfkemin ağzına gem vurdum. Savaşırken bana tükürdüğün için öfkeme kapılırım diye kılıcımı gizledim. Seni serbest bıraktım. Çünkü sen yüzüme tükürünce bu, nefsime ağır geldi, huyum değişti. Benim savaşım Allah rızası içindir, ancak öfkem meydana çıktığından yarısı nefsim için olacaktı. Allah için yapılan işlerde ortaklık olmaz.

Bu asalet ve doğru yol üzere olunuş hali düşman askerini etkiledi ve Hz. Ali’nin eliyle, vesilesiyle bir insanın yanında elli kişi daha Müslüman oldu.

Kendini bilmek, nefsini bilmektir. Nefsine muhalefet edenler zikir ehlidir. Her an ve her yerde Allah ile beraber olanlardır. Nakşibendî tarikatının pîri Muhammed Bahâüddîn Nakşibendî (k.s) şöyle buyurmuştur: “Ben Allah’a çok yakın bir yol buldum. O da, nefsin şerlerini bilip daima ona muhalefettir.”

Hz. Mısrî’nin (k.s) gördüğü genç gibi sayılı günlerde nefsimizi Allah’a kurban edelim.

Kaynak:
– Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyye – Fazilet Neşriyat, 2014
– Ahiret Azığı – Erkam Yayınları, 2005