Alemleri kuşatan Allah-u Teâlâ’ya hamd-u senâlar olsun. Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e (s.a.v), âline ve ebrâr olan bütün Ehl-i Beyti’ne salât ve selâm eyle.

Din ve dindarlık sertâcı, zühd ve hidayet güneşi, tevazû ve edep sahibi, Şeyh’inin gözdesi, dünyadan yüz çeviren, ahirete yönelen, hakikat yolunda şeyhliğin esrarına aşina, tasavvuf yolunun civanmerdi, samimi âbid ve âşık zâhid bir kimseydi Eş-Şeyh Ebû Ali Fârmedî Hazretleri. (k.s)

Ebû Ali Fârmedî Hazretleri (k.s) Hicri 407 yılında İran’ın Tûs şehrinde Fârmed kasabasında dünyaya teşrif buyurmuşlardır. Asıl adı Fazl bin Muhammed’dir.

İLİM TAHSİLİ

Şeyh Ebû Ali Fârmedî (k.s) daha gençlik yıllarından itibaren İslam ilmine merak sarmıştı, ilim aşkını dindirmek için Nişâbur yollarına düştü. Fazl bin Muhammed’in Nişâbur’a geldiği sıralarda, insanlara irşat etmek için Şeyh Ebû Saîd Ebu’l-Hayr da (k.s) oradaydı. Bunun üzerine Ebû Ali, Şeyh Ebû Said Hazretleri’nin ilim ve sohbet halkasına dahil oldu. Bir zaman sonra Ebû Saîd Hazretleri Nişâbur’dan ayrıldı. Ebû Ali Fârmedi (k.s), Şeyh Ebu’l-Kâsım el Kuşeyrî’nin (k.s) derslerine devam etti. Zahirî ilimlerini Kuşeyrî Hazretleri’nin gözetimi ve denetimde hıfz etti.

İNTİSÂBI

Ebû Ali Fârmedî Hazretleri zahiri ilimleri tahsil ederken, aynı zamanda zühd ve takva yolunda mücadele ve mücâhede etmekteydi. Ebû Ali’nin tasavvufi terbiyesinde iki ayrı intisabı vardır: Birisi Şeyh Ebu’l-Kâsım Gürgânî (k.s), diğeri şeyhu’ş-şuyûh Ebu’l-Hasan-ı Harakânî (k.s) Hazretleri’dir. Ebû Ali Fârmedî Hazretleri (k.s) tasavvuf yoluna intisabını şöyle anlatmaktadır:

“Gençliğimin ilk yıllarında Nişâbur ’da Sirâcân Medresesinde ilim öğreniyordum. Aradan bir müddet geçti. Bir gün Şeyh Ebû Said hazretlerinin Mihene’den Nişâbur’a gelmekte olduğunu haberini aldık. Halk arasında kerâmetleri meşhur idi. Nişâbur halkı, âlimler ve ileri gelenlerin hepsi onun büyüklüğü biliyor ve saygı duyuyordu. Pek çok kimse karşılamaya gitti, aralarında bende hazır bulunuyordum. Allah yolunun bendesi olan mübareğin yüzünü görmeği çok arzuluyordum, kendisini görür görmez dikkat kesildim. Ona ve tasavvuf ehline karşı kalbimde anlatılamayacak derecede muhabbet ve aşk peyda oldu. O gün sohbetinde hazır bulundum, sohbetin etkisiyle şevkim arttı ve onun ilim halkasına katılmaya karar verdim.

Bir gün medresemdeki odamda iken, Onu (Ebû Sâid Hazretleri) görmeyi çok arzuladım. Fakat o gün sohbet olmayacaktı, bende “sabredeyim” dedim ama dayanamayıp kendimi dışarı attım. Tam bu sırada Ebû Saîd’in etrafında bir güruh insan toplanmış ve bir yere gitmek için hummalı bir çalışma içerisindeydi. Ebû Said Hazretleri’ni takip etmeye karar verdim, bir davete gidiyorlarmış. Bende davet verilen evin kapısına kadar izini sürdüm, onlar içeri girdiler, bende peşlerinden içeri girdim. Şeyh Hazretleri, beni görmüyordu, bir müddet kendi hallerinle meşgul oldular. Ebû Said Hazretleri cezbe hali hâsıl oldu, üzerindeki cübbesi hırpalandı ve daha sonra kendine geldiğinde cübbesini çıkarıp, bir kenara koydu. Mecliste bulunanlar, bu cübbeyi kısımlara ayırdı ve hazır bulunanlara dağıttı. Bu parçalardan işlemeli bir kısım olan kolun yen kısmını ayırıp;

‘-Ebû Ali Tûsî neredesin?’ diye sordu. Ben, beni tanımaz bilmez, herhalde talebelerinden birini çağırıyor diye hiç sesimi çıkarmadım. İkinci defa aynı şekilde seslendi, yine sükûtumu muhafaza eyledim. Meclisteki bazı kimseler, bana dönerek,

‘-Şeyh hazretleri, seni çağırıyor’ dediler. Bende hışımla yerimden kalkıp, huzuruna yaklaştım. Cübbesinden ayırdığı parçasını uzattı;

‘-Sen, bize bu elbise parçası gibi yakınsın.’ dedi. Bu cübbeden aldığım parçayı öptüm ve başıma koydum. Bu olaydan sonra mütemadiyen huzurunda bulundum. Onun nuruna ve feyzinle müşerref oldum. Bir zaman sonra Şeyh Hazretleri Nişâbur’dan ayrıldı. Bende Ebu’l-Kâsım Kûşeyrî (k.s) rahle-i tedrisatına diz çöktüm. Bende zuhur eden hadiseleri, Kûşeyrî Hazretlerine anlattım. O da, bana,

‘-Evlâdım, ilim öğrenmekle meşgul ol’ dedi. İki-üç sene ilimle meşgul oldu. Bir gün kalemimi mürekkep hokkasını batırıp, çıkarttım ve kalemin bembeyaz olduğunu gördüm. Aynı işlemi üç defa tekrarladım, her defasında mürekkep beyaz çıkıyordu. Bu hali gene Şeyhime arz ettim. Şeyhim Kûşeyrî Hazretleri,

‘-Mademki kalem senin elinden kaçıyor, sen de onu bırak’ deyince, medreseden ayrılıp, dergâha vardım. Ebu’l-Kâsım Kûşeyrî’nin hizmetiyle hemhâl oldum.”

Ebû Ali’deki değişik haller vuku bulmaya başlamıştı. Bu halini hocasıyla paylaştığında ona, bir kuş olduğunu ve bundan yukarısını bilmediğini söyledi. Bu ikaz üzerine Fârmedî Hazretleri’nin rotasını Tûs şehrine çevirdi. Ebu’l Kâsım Gürgânî Hazretleri’nin ismi çevre beldelere yayılmıştı, bu mübarek isim Fârmedî Hazretleri’nin kulağına da gelmişti. Bunun üzerine şehre vardı, etrafı dolaştıktan sonra Ebu’l Kâsım’ın dergahına vardı. Ebû Fârmedî Hazretleri kendisinde gerçekleşen halleri bir bir Şeyh Hazretlerine anlattı, bunun üzerine Şeyh Kâsım, “evet! Başlangıcın mübarek olsun! Henüz bir dereceye ermişsin, ama terbiye görürsen, daha yüksek makamlara konacaksın” diye buyurdu. Bu söz Ebû Ali’nin hem kalbini, hem de gözünü doyurmuştu ve Şeyhine sadakat sözü verdi.

Ebu’l Kâsım Hazretleri tasavvufta menzile ulaşmasına vesile olmuş ve Ebû Ali’ye hususi bir alaka göstermişti. Nihayet Ebû Ali (k.s) menzile varmıştı ve ihvandan Ebû Bekir Abdullah ile kardeş yaparak, ikisini Mihene’ye gönderdi Şeyh Kâsım Hazretleri. Mihene’ye vardıklarında Ebû Said Hazretleri’nin dergâhına gittiler. Burada Ebû Ali’ye beyaz bir bezle duvarlardaki tozu alınması emredildi, Ebû Bekir Abdullah’a ise misafirlerin ayakkabılarını düzeltme vazifesi lâyık görüldü. Ebû Said Hazretleri toz alma görevini Ebû Ali’ye verir iken şöyle buyurdu:

“-Ebû Ali bez ile duvarın tozunu sil de, ömür boyunca söz bezi ile Allah-u Teâlâ’nın kullarının gönül duvarlarındaki mâsiyet, günah kirlerini silersin.”

Bir süre sonra Ebû Said Hazretleri, iki arkadaşı tekrardan Tûs şehrine geri gönderdi, Tûs beldesine vardıklarında Hazret-i Gürgânî’nin vefat haberini aldı. Ebû Ali (k.s) irşat etmeye başladı, talebeleri çoğaldı ve ismi kulaktan kulağa, kalpten kalbe yayılmaya başladı. Bu hadiseyi Ebû Ali (k.s) şöyle anlatır:

“-Arkadaşım Ebû Bekir Abdullah büyük bir zât olduğu halde adı duyulmadı.”

Ebû Ali Fârmedî (k.s), vefat eden hocalarından sonra vaktin kutbu, saltanat sahibi şeylerin sultanı Ebû’l- Hasan Harakânî (k.s) intisâb etti. Bu hâdiseyi Ebû Ali şöyle anlatır:

“-Kalbimde hâsıl olan aşk ve şevk ziyadesiyle artmıştı. Bu arzumun çokluğu sebebiyle Ebû’l-Hasan Harakânî Hazretleri’nin sohbetine kavuştum. Onun (k.s) hizmetinde bulundum, nihayetsiz feyzlere ve manevi zevklere eriştim.”

İRŞAT FAALİYETİ

Eş-Şeyh Ebû Ali Fârmedî (k.s) Hazretleri, Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyye’nin yedinci halkasını oluşturmuştur, ayrıca Şafii mezhebine bağlıydı. Devrinde irşat faaliyetlerine nefesinin yettiğince hiç ara vermeden devam etmişti. Bir süre sonra devrin ulularında ve irşat güneşlerinden biri haline geldi. Bu irşat faaliyetlerinde birçok alim ve avam nasiplendi.

Selçuklu veziri Nizâmülmülk, huzuruna Kûşeyrî ve Cuveynî gibi alimler geldikleri zaman hürmetle ayağa kalkar, onlara yer gösterirdi. Fakat Ebû Ali Fârmedî geldiği zaman hürmetle ayağa kalkıp karşıladığı gibi, onu kendi makamına oturtur, kendisine de önüne otururdu. Bir zaman,

“-Neden böyle yapıyorsun?” diye sorulunca şöyle cevap verdi:

“-Alimler huzuruma gelince bana, şöyle iyisin, böyle iyisin diyerek bende olmayan şeylerle beni övüyorlar. Onların bu sözleri nefsimin hoşuna gidiyor. Fakat Ebû Ali (k.s), bana nefsimin ayıplarını söylüyor, böylece nefsim kırılıyor, yaptığım birçok hatadan vazgeçiyorum.” diye cevap vermiştir.

Allah dostları kimseye karşı özel bir muamele göstermezler. İster devlet erkanı olsun, ister sıradan bir avam… Devletli kimselerin kızgınlıklarından çekinmedikleri gibi, avamın yanlışlarından dolayı cehenneme sürüklenmesini de istemezler. Kur’an-ı Kerim’de Hazret-i Yezdân dostları için şöyle buyuruyor:

“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yunus, 62)

Ebû Ali Hazretleri devrinde “şeyhlerin şeyhi” diye anılmıştı. Ebû Ali irşat ve nasihat üslubundaki incelik, hal ve tavırlarındaki güzelliklerden dolayı “Horasan’ın dili” denilmiştir.

ESERLERİ

Ebû Ali Fârmedî (k.s) tasavvuf ve Şâfiî fıkhına son derece hâkim idi. Hazret-i Şeyh vaaz vermeye başladığı zamanda insanlar kendilerinden geçer ve sözleri kalpleri cilalardı. Buna rağmen kendileri yazılı eser bırakmıştır. Fakat Ebû Ali Fârmedî Hazretleri, Gazâli gibi bir İslam âlimin yetişmesine vesile olmuştur. Gazâli’nin müellifi olduğu “İhya” adlı eserde yetmiş yerde şeyhi Fârmedî ’ye (k.s) atıfta bulunmaktadır. Gazâli, müridin genellikle gündüzleri meşgul olduğu şeyleri rüyada gördüğü konusunda şeyhi Fârmedî’nin şu sözleriyle nakletmektedir:

“-Müridin şeyhine karşı dili ile saygılı olması gerektiği gibi şeyhinin söylediklerini içinden reddetmemesi gerekir. Nitekim ben, şeyhim Ebu’l-Kâsım Gürgânî’ye (k.s), kendisini rüyamda gördüğümü ve onun, bana bazı sözler söylediğini ve benim de kendisine, “niye böyle söylüyorsun?” diye itiraz ettiğimi anlattım. Şeyhim, bunun üzerine bir ay süreyle bana kırıldı. Bana karşı kırgın olmasının sebebini sorduğumda dedi ki:

‘-Eğer senin içinde benim söylediklerime karşı çıkıp itiraz etme duygusu olmasa ve bana karşı tam bir teslimiyet içinde bulunsan rüyanda bana böyle mukabele etmezdin.’”

 

KISSA-I HAYATLARINDAN

Herevî Hazretleri’nin müellifi olduğu “Reşehât” adlı eserden rivayetle:

“Bir gün hocası İmam Ebu’l-Kâsım el Kûşeyrî (k.s) hamama girmişti. Ebû Ali, hocası istemeden onun ihtiyacı duyduğu birkaç kova sıcak suyu hamama götürdü. Hocası hamamdan çıkıp namaz kıldıktan sonra:

‘-Suyu kim getirdi?’ diye sordu. Ebû Ali, acaba edebe aykırı bir şey mi yaptım düşüncesiyle sessiz kaldı. Şeyhi üç defa sorunca:

‘-Ben getirdim, efendim’ dedi. Üstâzı:

‘-Ey Ebû Ali, sen Ebu’l-Kasım’ın yetmiş senede elde edemediğini bir kova su ile elde ettin.’ buyurdu.”

MÜBAREK SÖZLERİNDEN

“-İnsanları iki şey helak eder. Biri, tövbe ederim diyerek günah işlemeleri, diğeri de sonra yaparım diyerek tövbeyi geciktirmeleridir.”

“-Tövbenin on derecesi vardır, bunlar sırasıyla: cehaletten uzaklaşmak, tembelliği terk etmek, münkerattan tevelli, kötülükler uzaklaşmak, beğenilen ve razı olunan işler yapmak, hayırlara koşmak, hayır işlerinde yarışmak, tövbeyi tam ve doğru yapmak, günahları terk edip Hakk’a yönelmek, hak sahiplerine haklarını ödemek, fırsatları ganimet bilmek, kötülüklerden temizlenmektir.”

“-Kul kalbiyle pişman olmadıkça, diliyle istiğfar etmedikçe ve kendi üzerinde hakkı olanı hak sahiplerinin hakkını ödemedikçe tövbe etmiş olmaz.”

“-Kalbini kötülüklerden koruyarak murakabe eden kimsenin, Allah-u Teâlâ azalarını da kötülüklerden korur.”

HALİFELERİ VE VEFATI

Ebû Ali Fârmedî Hazretleri’nin halifelerine dair bir bilgi bulunmamaktadır ama İmam-ı Gazâli ve Yusûf el-Hemedânî (k.s) Hazretleri gibi talebelerine riyâzet ve zühd yolunda önderlik ettiği bilinmektedir.

Mübarek hayatlarını ilim tahsiline ve Allah dostlarının hizmetine adayan Ebû Ali Fârmedî (k.s) 477 yılının Rebîulevvel ayında, 70 yaşlarında iken ahirete irtihal etti. Kabr-i şerifleri Tûs şehrindedir.

Kaynak: Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyye, Fazilet Neşriyat, İstanbul 2014
Altın Silsile, Semerkand Yayınları, İstanbul 2015
Yolumuzu Aydınlatanlar, Ebû Ali Fârmedî Hazretleri I-II