“İnsanın, tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşmadığı zaman bir şeye inanması çok zordur. İşte tam da o dönemde, Drogo, insanların her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde, duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, diğerlerinin bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti.”
İşte yeniden başlıyoruz, kendi hikayemizi unutup başka hikayelere tedahül etmeden geçen uzunca bir süreden sonra eline alıp okumaya başlayan herkesin başkahraman gibi hissedeceği bir kitapla geldim bu sefer. Bende bıraktığı hissiyatı daha başta samimîce söyleyecek olursam yeni demlenmiş çayın demini almasını beklemek gibi bir şeydi. İtalyan yazar, varoluşsal kaygılarla yazdığı, imgeleri açık bir şekilde okuyucuya bıraktığı kitabının üzerinden çay edebiyatı yapılacağını düşünmüş müdür bilmem ama 🙂 Kitap öylece okunup geçilecek bir kitap olmadığını size her fırsatta hatırlatacağı için, son yaprağı çevirdiğinizde biraz demini almasını beklemeniz gerekecek. Üzerine düşündükçe size kendisini açacak bir kitaptan, Bastiani Kalesi’nde kuzeyden gelecek düşmanı bekleyen birer asker olduğumuzu görene kadar sürecek bir tefekkür müddetinden bahsediyorum.
Çaylar demini aldıysa başlıyorum anlatmaya.
Başkahramanımız Drogo’nun gencecik bir asker olarak Bastiani Kalesine atanmasıyla başlıyor hikâye. Bastiani Kalesi’ni bir sınır karakolu olarak düşünebiliriz, sınırın ötesinde bir çöl, çölün ardında ise sürekli olarak gelmesi beklenen bir düşman tahayyülü söz konusu. Sınır ötesindeki en ufak hareketlilik kaledeki askerler için bir kahramanlık umudu oluveriyor. Her bir asker kuzeydeki çölden gelecek Tatarlarla aralarında geçecek bir muharebenin hayaliyle yaşıyor anlayacağınız.
Drogo, Bastiani kalesine vardığında beklediği ihtişamla karşılaşamamış, hemen oradan ayrılmak istemiş ancak hastalık sebebiyle ayrılmasının askerî kariyerine zarar verebileceği düşüncesi, onu dört ay daha kalede kalmaya ikna etmişti. Kitabın bundan sonrasında alışma ve artık yadırgamama olgusunun o dört ayı nasıl yıllara çevirdiğini okuyacağız. Herkesin kitabı kendine yorması da buradan itibaren başlıyor olacak aslında. Ben kitaba evinden ayrılıp farklı şehirde okumaya başlayan bir öğrenci olarak devam etmiştim mesela. Benim için Bastiani Kalesi İstanbul olmuştu o an. Kalede kalması Drogo için nasıl bir seçimse bir yerlere gitmemiz ve orada kalmaya devam etmemiz de bizim seçimlerimizdi. Kaleye yeni gelmiş biri olarak, herkesin bir şekilde oraya alıştığını görecek ve yalnızlığı, bir başınalığını hissedecekti ister istemez. Burada onları hayata bağlayan tek şey yıllardır beklenen ama en ufak bir emaresi bile görünmeyen düşmanların gelmesi olacaktı.
‘Onların talihleri, serüven, herkesin yaşamında en az bir kez çalan o mucize anı, kuzeyden gelecekti. Zamanla git gide belirsizleşen bu uzak olasılık uğruna, koskoca yetişkin adamlar yaşamlarının en güzel bölümünü burada tüketiyordu.’
Drogo, bu hastalığın ona bulaşmadığını ve sadece bir seyirci olduğunu, dört ay sonra burayı temelli terk edeceğini düşünüyordu ki, dört ay geçip gerekli izinleri aldığında şehre dönemeyeceğini, yazgısının kuzeyden gelen düşmanları beklemek üzere yazıldığını hissetmeye başlamıştı.
‘Borular çalabilir, savaş türküleri duyulabilir, kuzeyden ürkütücü haberler gelebilirdi, bir tek bunlarla kalsa Drogo yine de kaleden giderdi; ama şimdiden alışkanlıkların uyuşukluğunu, askere özgü kibri, her günkü duvarlara karşı duyulan evcil bir aşkı duyumsamaya başlamıştı.’
İşte o küçücük olasılık Drogo’yu da esir almıştı, günler en ufak hareketliliği kahramanlık fırsatına yorarak, geceler kuzeyden gelecek düşmanı beklemek suretiyle uykusuz geçmiş, zaman da o kısır döngünün içinde çabucak akıp gitmişti.
Bir ara Bastiani kalesinden tayin imkanı bulmuş, döndüğünde evine, arkadaşlarına, eski alışkanlıklarına yabancılaşmış olduğunu fark etmesi bile ayrılmak istemesinin önüne geçememiştir, tayin işi olmazsa, istifa edecektir ama ne var ki öyle olmayacaktır. Bilakis şöyle olacaktır:
‘Nal sesleri, yavaşça beyaz yol boyunca yükselir, Giovanni Drogo kaleye dönmektedir.’
Bu sırada Bastiani kalesinin artık bir anlamı kalmadığına, beklenen düşmanın gelmeyeceğine inanılmış ve bir miktar asker bırakılarak geri kalan askerler başka yerlere tayin edilmiştir. Drogo ise umudu her an biraz daha azalmakla birlikte, hâlâ kalede beklemektedir. Artık elli dört yaşına gelmiş ve bir hastalığa gark olmuştur. Böylelikle bir beklenti daha girmiştir Drogo’nun hayatına: İyileşme umudu.
Derken “ Geliyorlar!” diye bir haberle çalkalanır Bastiani Kalesi. ‘Tabur tabur geliyorlar!’
Müsaadenizle en güzel yerinde bırakıyorum kitabı anlatmayı. Ben Drogo’nun yani gerçekte sürekli seçimler yapan bizim sonumuzu biliyorum, ya da böyle giderse sonumuzun nasıl olacağını tahmin edebiliyorum diyelim. Siz de biliyorsunuz aslında, buradaki bir asker evet, siz herhangi bir işle iştigal eden herhangi birisi olabilirsiniz ama kalenizi biliyorsunuz, dönüp dönüp tekrar geldiğiniz, sırf alıştığınız için terk edemediğiniz, belki bir gün diye sürekli umut ettiğiniz o kaleniz.
‘Daha çok yol var mıdır? Yoo, şu ilerideki nehri geçmek, şu yeşil tepeleri aşmak yeterlidir. Belki varmışızdır bile. Şu ağaçlar, kırlar, şu beyaz ev belki de bizim aradığımız şeylerdir. Sonra, kulağımıza ileride daha iyisinin olduğu çalınır ve tasasız bir biçimde yeniden yola koyuluruz.
İnsan böylelikle umut dolu, kendi yolunda gider durur; günler uzun ve sakindir, güneş yukarıda gökyüzünde parlamakta ve akşam bastığında üzülerek yok olmaya yüz tutmaktadır.
Ama bir noktada, belki de içgüdüsel olarak, insan geri döner ve arkasındaki bir kapının kapanarak dönüşü olanaksız kıldığını fark eder. İşte o zaman, bir şeylerin değişmiş olduğunun ayırdına varırız, güneş eskisi gibi kıpırtısız değildir, hızla hareket etmektedir; ne yazık ki, henüz bakmaya bile fırsat bulamadan, onun ufkun ucuna doğru hızla kaydığını, bulutların da gökyüzündeki mavi koylarda hareketsiz durmadığını, birbirlerinin üzerine çıkarak kaçtıklarını, iyice acele ettiklerini görürüz; zamanın geçtiğini ve günü gelince yolun zorunlu olarak son bulacağını anlarız.
Belirli bir zamanda, arkamızda bir kapı kapanır, kapanır ve şimşek hızıyla kilitlenir; geri dönecek zaman kalmamıştır.”
Gerçek şu ki Drogo o döngünün içindeyken, içeride olmaktan, dışındayken de geçmiş günlerden şikâyetçi olmamıştı, yaşamı ıskaladığının farkında ama memnuniyetsiz de değildi. Çünkü alışmışlık zamanla onu geri dönemeyeceğine de alıştırmıştı. O son sayfa gelip çattığında herkesin kendisine göre bir çıkarımı olacak elbette, o döngü herkeste farklı bir surette gösterecek kendisini. Ama ‘döngü’ olgusu değişmeyecek. Kitabın özetini yapan o cümleyle sonlandırmak isterim yazıyı, fark ettiğimizde geç olmamış olmasını umut ederek.Ya aslında yanılıyorsa?
“Ya gayet sıradan bir yazgıya sahip, sıradan biri olarak yaratılmışsa.”