Hâlık ismi, خلق (hâlk) kökünden türetilmiş. Hâlk ise bir şeyi takdir etmek, tasarlamak, ölçmek, biçmek, ona kimlik ve düzen vermek, ona bir şekil ve şemail giydirmek demektir. Bu anlamıyla daha insanî görünen kelime, El Hâlık olduğunda bambaşka bir anlama bürünür. Çünkü El Hâlık,  hiçbir asıl ve örneği yokken ve başka hiçbir maddeden faydalanma ihtiyacı duyulmadan yaratan yani yoktan var eden anlamına gelir. Ve bu anlamıyla yalnızca Allah’a izafe edilir. Çünkü insan, ortada bir hammadde yok iken bir şey icat edemez. Yani mucitlerin bugüne kadarki gelmiş geçmiş tüm icatları, kainatı keşfetmek yahut kainatta olanı verimli kullanmakla meydana gelmiştir. Bu açıdan bakıldığında, hiçbir bilim adamı ve hiçbir mucit ortaya koydukları şeyin hâlıkı olamaz. Çünkü kendi ellerinden çıkan maddelerin dahi tüm tafsilatını bilmeleri mümkün değildir. Örneğin gök bilimciler her geçen gün yeni bir yıldız ve yeni bir gezegen buluyorlar. Ya da zoologlar aynı isim verilen fakat aslında bambaşka bir tür olan binlerce hayvanla karşılaşıyorlar. Biyologlar her gün yeni bir bitki keşfediyor yahut olan bitkilerin yüzlerce faydasını açıklıyorlar. Ve doktorlar yıllardır uğraşıyor olmalarına rağmen beynin bütün fonksiyonlarını hala tam anlamıyla çözemediler. Bu şekilde çoğaltılacak birçok örneğin, asırlardır binlerce uğraşanı var. Fakat hiçbiri uğraştıkları ilmin tam anlamıyla hâlıkı olamıyorlar, olamazlar da. Çünkü Hâlık olan yalnızca Allah’tır.

Kainattan faydalanarak ortaya bir şeyler çıkaran insanların durumunu Said Nursî Hazretleri şöyle açıklıyor: “Allah’ın iki tarzda icadı var. Biri; ihtira’ ve ibda’ iledir. Diğeri; inşa ve san’at iledir.” Yani biri, bir şeye hiçten, yoktan vücud verirken, ona lâzım olan her şeyi de hiçten icad edip eline vermesidir. Diğeri ise esmâsının cilvelerini göstermek gibi ince hikmetlerle kâinatın unsurlarından varlıklar inşaa etmesi yahut edilmesine izin vermesidir. Her ikisi de Allah’ın ilmi ve kudreti dahilinde seyreden olaylardır. Bu yüzden âlimin bilgisi de, mucidin icadı da, bilim adamının kuramı da ancak Allah’ın izin verdiği ölçüde ilerleyebilir.

Geleneği bozmadan Kur’anî çerçeveye baktığımızda görüyoruz ki, Kur’an-ı Kerim’de bu kökten türemiş iki yüz elli küsür kelime bulunmaktadır. Bunlardan yalnızca sekiz tanesi Allah’a sıfat olarak kullanılmıştır. Ve Hâlık ismi bu ayetlerin dördünde “Allahu hâliku kulli şey” yani “Allah her şeyin yaratıcısıdır.”  şeklinde karşımıza çıkar. Biz ismin anlamını daha derinden ele alıyor olsak da, Kur’an-ı Kerim’deki çevirisi genel olarak “yarattı, yarattın, yarattım, yarattık, yaratır” gibi fiillerle yapılmıştır. Yaratmak fiilinin en çok yakıştığı varlık hiç şüphesiz insandır. Bu konuda Kur’an, insanı yaratılmışların en şereflisi olarak görmektedir. Aynı zamanda Kur’an’da insanın yaratılmasıyla ilgili ayetler incelendiğinde karşımıza Allah’ın “El Hâlık, El Bâri, El Musavvir” isimleri çıkar. Yani ilk yaratan, ilk tasarlayan ve ilk örneklendiren. Ve ilk örnek olarak bildiğimiz Hz. Adem’den bu yana her gün Allah’ın bu isimlerine ayna olan milyarlarca insan dünyaya gelir. Her biri farklı görüntüsünün altında aynı muntazam program ile Allah’ın Hâlık isminin taşıyıcısı olurlar. Bu taşıyıcılıkta insanın üstüne düşen görev ise; yegâne yaratıcısının Allah olduğuna inanmak, kulluğunu yalnızca O’na yapmak ve yaratılan her canlıya baktığında onu yaratan kudreti düşünüp tevekkül etmektir.

Kâinattaki her şey O’nun “Ol!” emrinden ibarettir. Her şey O’nunla kâimdir. Ama varlıkta O’nu görmeyi bilmeyen insanlar sebepler aramakta ve bir türlü aradığını bulamamaktadır. Oysa kâinatta baktığı her yerde Rabbini gören insan, her şeyin bir örtüden ve kabuktan ibaret olduğunu da görür, onların arkasında var olanı da. Nereden duyduğumu hatırlamadığım bir söz geliyor tam burada aklıma: Meselâ sen zannediyorsun ki sen sensin. Oysa sen sadece “Ol!”emrinden ibaretsin.

Yazıyı bitirmeden önce son bir kudsi hadisten bahsetmek istiyorum. Ve o hadiste şöyle buyruluyor: “Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlûkâtı yarattım.” O halde Allah insanı yarattı çünkü Rabbinin varlığını bilsin istedi. Kâinatı yarattı, çünkü Rabbinin kudretine şahit olsun istedi. Nimetleri yarattı çünkü Rabbine şükretsin istedi. Yani bu kadar nimetin, bunca çeşitliliğin, her birinde ayrı ayrı mükemmelliğin, kesintisiz işleyen bu düzenin aslında tek sebebi; Rabbi bilmektir. Fakat unutmamak gerekir ki, Allah’ın kendini tanıtması, kendini bildirmek istemesi O’nun bize olan ihtiyacından değil, bizim ona olan ihtiyacımızdandır. O, isim ve sıfatlarıyla kendi fıtri ihtiyaçlarımızı anlamayı, Kur’an-ı Kerim ve peygamberleri ile ise dünyevi ihtiyaçlarımızı doğru yollarda giderebilmeyi bize öğretmiştir.

Tüm bunların karşısında bizlerden tek beklentisi ise fıtratımıza uygun bir şekilde yaşamamız ve öğretilen doğru yolda ilerlememizdir. Yani O’nun kendini tanıtması dahi kuluna olan sevgisinden ve rahmetindendir.

O halde, Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.

 

Sadakallahulazim.