Bedir Muharebesi’nde Müslümanlar, kendilerinden sayıca ve kuvvetçe üç misli fazla olan müşriklere karşı mücadele etmiş ve zafere ulaşmıştı. Müşriklerin ileri gelenlerinin de dâhil olduğu çok sayıda ölünün yanında, düşmanlar birçok da esir bırakarak harp meydanını terk ediyorlardı. Bu esnada sahabeden Mâlik bin Duhşum birisini esir etmiş, Resûlullah’ın huzuruna getirmişti. Gelen esir hiddetli gözlerle Resûlullah’ı ve etrafındakileri süzüyor ve kendisini bekleyen akıbeti merak ediyordu. Bu esir, müşriklerin ileri gelenlerinden, Müslümanlar aleyhine yaptığı tahrik edici konuşmalarıyla meşhur hatip Süheyl bin Amr idi.

Orada bulunan Hz. Ömer hemen kılıcını çekip ortaya atılmış ve şöyle demişti: “Ey Allah’ın Resûl’ü! Müsaade et, şu adamın dişlerini çekeyim de, bir daha sizin aleyhinizde konuşmasın! Çünkü o, tesirli konuşmalarıyla Kureyş kâfirlerini aleyhimize teşvik ediyordu.” Sevgili Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Bırak onu, ey Ömer! Ümit edilir, o öyle bir makamda bulunur ki, seni de sevindirir…” Kıssanın buraya kadar olan kısmında Peygamberlik vazifesi olan bir insanın merhametine şahit olduğunuzu sanıyorsunuz. Fakat bu sahnede bizim asla göremeyeceğimiz merhametten çok daha büyük bir rahmet var. Nasıl mı?

Suheyl Bin Amr’ın oğlu Abdullah ilk Müslümanlardandı. Müşriklerin zulüm ve işkencelerine dayanamayarak Habeşistan’a hicret eden ilk kafilenin içerisinde o da bulunuyordu. Ancak Habeşistan dönüşünde babası onu yanına almış ve İslamiyet’ten vazgeçmesi için, akla gelmez zulümlere maruz bırakmıştı. Abdullah artık işkencelere dayanamaz bir hâle gelmişti. Resûlullah ona, Müslümanlığını gizleyebileceğini ve İslamiyet’ten döndüğünü babasına söyleyebileceğini bildirdi. Abdullah, babasını “İslam’dan döndüğü” hususunda kandırmaya muvaffak oldu. Ancak imanında zerre kadar bir sarsılma olmamıştı. Bir an önce Resûlullah’a kavuşmayı bekliyordu. Yıllarca bunun için gün saymıştı. Sonra o büyük gün geldi ve babasıyla birlikte Bedir Savaşı’na katıldı. Babasının esir alındığı sırada, o bir fırsatını bulup Müslümanların tarafına geçti. Daha sonra babası bağışlanmanın mutluluğuyla müşriklerin arasına dönerken, oğlunu yokluğunu hiç farketmemişti. Farkettiğinde de buna ses çıkaramamıştı. Demek ki, Efendimiz’in Suheyl’e merhamet etmesinin arkasında, Rabbin Abdullah’a rahmet etmesi vardı. Ve aynı ilk olayda olduğu gibi, burada da bizim farketmediğimiz bir arka plan var. Aynı her olayda olacağı gibi. Aynı bizim aklımızın Allah’ın rahmetini asla tam anlamıyla idrak edemeyeceği gibi.

Aradan yıllar geçmişti. Müşriklerle Müslümanlar Hudeybiye’de tekrar karşı karşıya geldiler. Kureyş müşrikleri barış istiyorlardı. Gelen heyetin başında Süheyl bin Amr vardı. Efendimiz, bir sorun çıkmasını istemiyordu. Çünkü müşrikler, bu anlaşma sonucunda Kabe’ye girişlerinde sıkıntı çıkarmayacaklarına söz vereceklerdi ve müminler can korkusu taşımadan ibadete gelip gidebileceklerdi. Ve bu anlaşma içinde, aslında müşriklerin lehine gibi görünen bir madde vardı. 4. maddede şöyle deniliyordu; Mekkelilerden Müslüman olan biri Medine’ye sığınırsa geri verilecek fakat Müslümanlardan Mekkelilere sığınan olursa geri verilmeyecek. Efendimiz bu maddeyi kabul ederken çok zorlanıyordu. Çünkü bu madde açık bir şekilde, ‘’Müşriklerden biri müslüman olup size sığınırsa bize geri vereceksiniz.’’ demek oluyordu. Orada bulunan herkes bu maddenin Süheyl’in oğlu Ebû Cendel yüzünden konduğunu biliyordu. Çünkü aradan geçen zaman içerisinde, küçük oğlu da İslamiyet’e girmiş ve babası onu da ağabeyi gibi zincire vurup bir yere hapsetmişti. Ancak Ebû Cendel bir yolunu bulup babasından kaçtı ve tam Hudeybiye Barış Anlaşması’nın yapıldığı esnada ortaya çıkarak Efendimiz’e sığındı. Onun kendisine merhamet edip, güvende tutacağından emindi. Fakat Süheyl bin Amr öyle olmasına izin vermedi. Efendimiz’in yanında duran oğlunu işaret ederek “İşte, barış anlaşması gereği bize geri vereceğin ilk kişi budur!” dedi. Efendimiz, mahzun ve mükedder bir vaziyette bekleyen Ebû Cendel’e baktı ve sonra Süheyl’e dönüp şöyle dedi: “Haydi bu seferlik bunu bana bağışla ve anlaşmayı imza et.” Süheyl “Ben bunu asla kabul edemem!” diyerek reddetti. Fakat Efendimiz’in merhameti, Ebû Cendel’i geri vermekle onu tekrar zulüm ve işkencenin içine atmaya müsaade etmiyordu. Ancak Rasûlullah bu anlaşmanın ileride tamamıyla Müslümanların lehine olacağını bildiği için Ebû Cendel’e döndü ve şöyle dedi: “Biraz daha sabret! Biraz daha, maruz kaldıklarına göğüs ger. Allah sana bunların mükâfatını verecektir. Muhakkak ki, Allah sana ve yanında bulunan Müslümanlara bir ferahlık yaratacaktır. Ama şimdilik, onlara vermiş olduğumuz söze vefasızlık edemeyiz.’’ Ebû Cendel çok üzülmüştü. Resûl’ün merhameti ne kadar çok olursa olsun, babasının merhametsizliği onu tekrar hapsettirecekti. Bu sahnede ne büyük bir merhametsizlik var dimi? Ama inanın arka planda yine görmediğimiz bir rahmet var.

Yıllar yılları kovalamış ve nihayet Mekke Müslümanlar tarafından fethedilmişti. Diğer Kureyş ileri gelenleri gibi Süheyl bin Amr da yakalandığından öldürüleceklerden birisiydi. Oğulları, Resûlullah’ın yanına gelerek, babasını affetmesini istedi. Resûlullah, iki fedakâr oğlunun hatırına Süheyl’i affetti. Abdullah sevinçle koşarak gidip, Süheyl’i gizlenmiş olduğu yerde buldu ve müjdeyi verdi. Süheyl o anda hem Rasûlullah’a kurduğu tuzakları hem de iki oğluna ettiği eziyetleri hatırladı. Tüm bunlara rağmen merhamet görmesi karşısında duygulandı ve Rabb’in rahmeti onu kuşattı. Hemen o an kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu. Rahman budur işte. Sen öz oğluna merhamet etmezsin ama o merhamet etmeyen sana bile rahmet edip müslüman eder. Ve bu öyle bir müslüman ediştir ki, tüm siyer ustaları, Süheyl kadar İslamiyete sarılan bir adam görmediklerinden bahseder. Süheyl Bin Amr’ın İslam’a sarılması öyle bir sarılmaydı ki, Peygamberimiz’in vefatı sırasında dağılmaya başlayan müslümanları var gücüyle o toplayacaktı. Ve bu öyle bir toplamaktı ki, o an neredeyse yüzlerce müslümanın, Mekkeli müşriklerin baskısı altında kalmaktan korkup onlara katılmasını engelleyecekti. Evet arkadaşlar evet, yıllarca öz evlatlarına akla hayale gelmeyecek işkenceler eden, müslüman olmak isteyenleri tek tek kılıçtan geçiren, Efendimiz’e her türlü hain planı kuran ve kuranlarla arkadaşlık eden Süheyl Bin Amr, Efendimiz’in vefatından sonra İslam sancağını bir arada tutan adam olacaktı. Onun dişlerinin sökülmeyişi de, onun ilk bağışlanışı da, Hudeybiye’de onunla ters düşmeyişimiz de, Fetih günü onun affedilmesi de bu birliği sağlayacağını bilen Rabb’in işiydi. Bu, o Rabb’in rahmetiydi.

İşte Allah’ın rahmeti böyledir. O’nun rahmetinden sadece mümin değil, kafir de istifade eder. O’nun rahmetinden sadece kuzular değil kurtlar da istifade eder. O’nun rahmetinden sadece güller değil, dikenler de istifade eder. O’nun rahmetinden sadece Musa değil, Firavun da istifade eder. O’nun rahmetinden sadece İbrahim değil, Nemrut da istifade eder. O’nun rahmetinden sadece Habil değil, Kabil de istifade eder. Çünkü Rahman demek, inanan-inanmayan ayrımı yapmaksızın bütün yarattıklarını esirgeyen, bağışlayan ve koruyan demektir. Rahman ismi her zaman merhamet ve güzellik olarak algılanmamalı. Yukarıda verdiğimiz onlarca örneğin içinde gördük ki, rahmet bazen bizim hayırsız ve kötü sandıklarımızdadır. Çünkü Allah bazen kullarını rahmetiyle terbiye eder. Bunun en büyük örneği Efendimiz’dir. Çünkü o, daha doğmadan babasını kaybetti. Doya doya anneciğim diyemeden annesini yitirdi. Dedesine yaslandı, dedesi vefat etti. Amcasına alıştı, amcasını kaybetti. Huzurla Hatice’ye sığındı, Hatice’yi kaybetti. Ve ancak o zaman Allah’tan başkasına yaslanmamayı, sığınmamayı öğrendi. Rabbi, rahmetiyle onu terbiye etti ve kendine yöneltti. Yaşarken üzüldüğü binlerce imtihan, aslında onu Rabbi’ne bir adım daha yaklaştırdı. Ve Allah Resûlü, bunu farkettiğinde imtihanın en büyük rahmet olduğunu anladı.

Bunu yeterli bir örnek görmeyenler için bir örneğimiz daha var aslında. Çünkü çok iyi biliyorum ki, bazen insanlar sadece duygulandıran bir olay örgüsü değil, delil sayılabilecek net bilgiler isterler. Bu yüzden onlar içinde bir araştırma yapıp, Rahman isminin Kuran’da geçiş şekillerini öğrendim. Bu araştırmaya göre Rahman ismi 30 yerde fiil olarak, 100’den fazla yerde ise Allah’ı niteleyen sıfat kullanılıyor. Fakat önemli olan kaç defa kullanıldığı değil, nerede ve ne zaman kullanıldığıdır. Buna baktığımızda görüyoruz ki, Rahman ismi en çok Meryem Suresi’nde kullanılmış. Ve biz biliyoruz ki, bu surede İsa ve Meryem (a.s.)’ın yaşadığı zorluklar, İbrahim (a.s.)’ın tevhid mücadelesi, Hz. Musa’nın tebliğ sıkıntıları, Zekeriyya (a.s.)’ın yıllarca evlat hasreti çekişi var. Ek olarak, Rahman kelimesinin geçtiği ayetlere nüzul sırasıyla baktığımızda en çok, İslamiyet’in 6. ve 12. yılında geçtiğini görüyoruz. 6. yılda müminler büyük sıkıntılar çekiyorlardı, İslamiyet yeni yeni yayılıyordu ve eziyetler işkenceler hayli artmıştı. Ama Allah, indirdiği her ayette Rahman diyordu. Allah sizi korur esirger diyordu. Sahneye bakıyorsunuz, işkenceler. Vahye bakıyorsunuz, O sizi korur. Nasıl büyük bir imtihan değil mi? Ve sonra 12. yıl geliyor, yine Rahman ismi defalarca tekrar ediliyor. Tarihe ait olaylara baktığımızda Peygamberimiz için en zor dönemlerden biri olduğunu görüyoruz. Tam hicret öncesi, herkes perişan. Ama Allah ısrar ile her vahiyde ‘’Allah Rahmandır’’ diyor. Demek ki, sabret. Sabret, Rahman olan rahmetini inzal edecek, sabret. Subhanallah.

Yazıyı bitirmeden önce, izninizle başta yapmam gereken bir açıklamayı yapmak istiyorum. Bizler Rahman ne demektir deyince, merhametli demeye öyle alışmışız ki, farklı olan bu iki kelimeyi aynı sanıyoruz. Fakat en eski Arapça sözlüklerini baz alırsak bu iki kelime arasında bir fark olduğunu görürüz. Aynı şekilde Kuran-ı Kerim’de da bu iki kelime karşımıza farklı anlamlarda çıkar. Bu iki kaynağı incelediğimizde, Rahmet kelimesinin hem Allah’ı hem insanı izafe ettiğini görürüz. Fakat merhamet kelimesi yalnızca insana izafe edilir. Çünkü merhamet kelimesindeki mastar mim harfi ile yapılmıştır ve bu Arapça’da kesb edilen merhamete delalet eder. Yani bu mim kelimeye, başkasından temin edilen merhamet anlamı katar. Demek ki merhametli olmak için bir Rahman’a muhtacız. O halde insan merhameti, Rahman olandan alır. Bu bağlamda, Rahman olan Allah’tır. Merhamet ise Allah’ın insana kendi Rahmanlığından verdiği bir bağışlama ve koruma dürtüsüdür. Allah’ın rahmetini anlatırken Efendimiz şöyle buyurmuşlardır; “Allah rahmetini 100 parçaya ayırdı. 99 parçasını kendi yanında tuttu. 1 parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça sebebi ile yaratıklar birbirine merhamet eder.’’ O halde Allah merhametli değil, rahmeti bol olandır. Merhametli olan biz insanlarızdır ve bu duygumuzun kaynağı Rabbimizdeki Rahman isminin bizlere olan tecellisidir.

Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.

Sadakallahulazim.