Er-Râfi, kaldırmak, yükseltmek anlamındaki “Ref”  masdarından isim olup, yukarı kaldıran, yükselten, yücelten, şan ve şeref sahibi kılan anlamına gelmektedir. El-Hâfid ise indirmek, alçaltmak anlamındaki “Hafd” masdarından gelen bir isim olup, Allah Teâlâ için kullanıldığında aşağı indiren, alçaltan, şan ve şerefini alıp zelil eden anlamı taşımaktadır.

Aynı bir önceki isimlerimiz El-Kâbız ve El-Bâsıt gibi, bu iki ismin de bir arada kullanılması konusunda fikir birliği vardır. Çünkü “Allah Hafid’dir.” deyip, öncesini ve sonrasını eksik bırakmak,  insanları Allah hususunda güvensizliğe düşürür.  Allah’ın kullarını alçaltan, düşüren ve onları zelil eden bir yaratıcı olduğu hissi uyandırır.  Âlimler bu tehlikenin önüne geçmek adına, Hâfid ve Râfi ismini birlikte zikretmeyi uygun bulmuşlardır. Çünkü böylelikle Allah’ın, gerektiğinde Hâfid ismiyle tecelli ederek alçaltan, gerektiğinde Râfi ismiyle tecelli ederek yükselten, adaletli bir yaratıcı olduğu gerçeği ortaya çıkacaktır.

Dünya hayatında maddi olarak, bir zenginin malını kaybetmesi, sağlıklı bir insanın sağlığını kaybetmesi, başarılı bir insanın başarısını kaybetmesi ve manevi olarak bir müminin imanını yitirmesi, bir hafızın hafızlığını unutması, namaz kılan bir insanın namazı bırakması gibi tüm kayıplar Allah’ın Hâfid isminin tecelli etmesindendir. Aynı zamanda maddi olarak başarısız bir insanın başarı kazanması, fakir bir insanın zengin olması, hasta bir insanın mucizevî bir şekilde sağlığına kavuşması ve manevi olarak inkâr eden bir insanın iman etmesi, namaz kılmayan insanın namaza başlaması gibi yükselişler de Râfi isminin tecellisi olarak görülmelidir.

Bir hadis-i şerifte Hz. Enes (r.a.) şöyle rivayet ediyor: Rasulullah (s.a.v.)’ın devesi Adbâ, yarışlarda birinciliği kimseye vermez, katıldığı yarışlarda hep birinci çıkardı. Sonra bir gün bir bedevi geldi ve yarışta onu geçti. Bu durum Müslümanlara pek ağır geldi. Onların bu halini fark eden Efendimiz (s.a.v.) ise şöyle buyurdu: “Dünyada yükselen bir şeyi alçaltmak, Allah’ın değişmez bir kanunudur.” Demek ki yaşadığımız alçalmalar yalnızca işlenen günahlar sebebiyle değildir, dolayısıyla yaşadığımız yükselişler de bir mükâfat olmayabilir. Çünkü Allah, kullarını bu şekilde imtihan ede ede kıyamete ulaştırır. Daha sonra kıyamet gününde tüm hesaplar ortaya döküldüğünde, asıl yükselecek ve alçalacak olanlar anlaşılır.
Zaten bu iki ismin Kur’anî çerçevesine baktığımızda yalnızca Vakıa Suresi’nin 3. ayetinde “Hâfidatun râfiatun” şeklinde birlikte kullanıldığını görüyoruz. “Olacak olan vakıa olduğu zaman, onun oluşunu yalanlayacak kimse yoktur. O, alçaltıcıdır, yükselticidir.” Bu ayetten anlıyoruz ki,  asıl alçalmak ve yükselmek kıyamet gününün iki önemli vasfıdır. Bu vasıflar, hem kâinat, hem insan, hem dünya, hem de ahiret için geçerlidir. Çünkü kıyamet günü geldiğinde, yerler göklere yükselecek, gökler yerlere indirilecektir. İnkârcılar cehennemin alt tabakalarına düşürülecek, müminler cennetin üst katlarına çıkarılacaktır. Zalimler alçalacak, müminler yükselecektir. Asıl hesapların ortaya döküldüğü o günde, Allah Teâlâ kendisine iman eden ve imanı doğrultusunda yaşayanlara Râfi ismiyle muamele edip onları mükâfatlandıracak ve kendisini inkar ederek sırt çevirenleri Hâfid ismiyle rezil rüsva edecektir. Buradan anlıyoruz ki, dünya hayatında şahit olduğumuz alçalış ve yükselişler bu isimlerin yalnızca bir kısmıdır. Çünkü bu isimlerin asıl tecellileri kıyamet gününde ortaya çıkacaktır.

O halde, Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.

Sadakallahulazim.