Çay bahçesinin zemininde birkaç kuru yaprak rüzgâr eşliğinde savruluyordu. Etrafta çok fazla insan olmamasına rağmen boğucu bir hava hâkimdi. Masaların üzerine tek tük bırakılmış kül tablalarının kimi sigara izmaritleriyle kimisi gri rengiyle pis bir görüntü oluşturmuştu. Bahar yaklaşıyordu ancak çiçekler bundan habersizmiş gibi henüz açmamışlardı. Bu da şehrin, hala kışın renksiz haliyle ağırlanmasına sebep oluyordu.

Oturduğu masaya bırakılmış çayına baktı. Hafif kırmızı rengiyle içilmeyi bekliyordu ancak midesi alacak gibi değildi. Sabah yediği iki tane zeytinle buraya gelmiş, başı dönmesine rağmen ağzına başka lokma koymamıştı. Aklı, yaptığı telefon görüşmesinde, Şefika’nın söylediklerinde kalmıştı. Sözleri kulaklarında çınlamaya devam ediyordu:  “Ben Ali’nin eski eşi…”

Gözünün daldığı bir esnada küçük bir gürültü işitti. İlk olarak masaya bırakılan sarı çantayı gördü, daha sonra Şefika’yı. Hatırladığı kadından çok farklı birisi duruyordu karşısında. Yaşlanmış, gözlerinin altı çökmüştü. Kırmızı rujundan halen vazgeçmemiş görünüyordu. Yanında sekiz yaşlarında bir kız çocuğu vardı, yeğeni olmalıydı. En son iki yaşındayken görmüştü. Karışık duygular hissetmeye başladı. Bir yanı çocuğu kucaklayıp sarılmak istiyor diğer yanı Şefika’yla konuşup her şeyi netleştirmenin sabırsızlığı içinde bunalıyordu. Soğumuş çayını kenara çekip sordu:
– Bunca yılın ardından acilen görüşmemiz gereken mevzu nedir?
Şefika arkadaşlarıyla buluşmuş gibi rahat bir şekilde oturuyor, etrafı süzüyordu. Duyduğu soru ile yerinden kıpırdamadan Nihat’a döndü:
– Eşimi yani eski eşimi kaybettim, çok üzgünüm. Çocuğumun babasız olarak büyüyecek olması beni kahrediyor. Nihat söylediklerini duymuyordu, esas konuya gelip sorularının cevabını almanın peşindeydi:
– Ağabeyimle boşandığınızı bilmiyordum, ne zaman oldu bu? Kadının yüzü seğirtti, gözlerini çocuğa dikerek yarım yamalak yanıtladı:
-Aslında tam olarak ayrılmadık, dava devam ediyordu. Son celse yaklaşmıştı ki acı haber geldi. Şaşırmadı, ağabeyiyle konuşmuyor olsa da kulağına ayrıldıklarına dair bir haber gelmemişti. Kadının derdinin ne olduğunu anlamak için tekrar sordu:
– Benimle neyi konuşmak istiyorsun?
Kulaklarındaki ağır küpeleri sallayarak yerinde doğruldu. Söyleyeceklerini aklında toparlıyor gibiydi. Fazla bekletmeden söze girdi:
– Ben boşanmak istemiyordum. Çocuğumuz vardı, babasız kalmasını ister miydim hiç? Kaç defa Ali’yle bu sorunu görüşmek, halletmek istedim. Telefonlarıma çıkmadı. Haber gönderdim cevap vermedi. Ayrılmaya kararlıydı, razı gelmek zorunda kaldım.
Nihat detayları bilmediği için müdahale edemiyor, anlattığı her şeyi mecburen kabullenerek dinliyordu.
– Mahkemeye gittiğimizde hâkime boşanmak istemediğimi söyledim ama Ali kararlıydı. Şiddetli geçimsizlik iddiasıyla ayrılmayı talep etti. Hâkim nafaka konusunu sorduğunda karşı çıktı. Zaten bize para verdiğini, daha fazlasına durumunun elvermeyeceğini anlattı. Şaşırdım ama bir şey diyemedim. Çocuğuna para vermek istemeyen bir adama ben ne söyleyebilirdim?
Nihat’ın kalbi sıkışıyor, ağabeyinden dinlemediği hadiseleri eşinden dinlemek içini acıtıyordu. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamadan, tek taraflı duyduklarına itimat etmek zorundaydı.
– Kızımla tek başımıza kalmak çok zor diye devam etti kadın. Ali’nin vereceğini söylediği paradan başka kazancımız yok. Çalışmak istesem de buncağızı bırakıp nereye gideyim? Sen onun amcasısın, garip koymazsın yavrumu. Değil mi?
Kocaman açtığı gözlerini Nihat’a dikmişti, olumlu cevap alacağından emin olduğu her halinden belliydi. Bir yandan da kızın yanağını okşuyordu. Nihat duyduklarına şaşırmış, ne yapacağını bilemez bir şekilde oturduğu sandalyeye çökmüştü. Ali artık yoktu ve yeğeni ona emanetti. Şefika’ya güvenmiyor olsa da ona sahip çıkması gerekiyordu. Fazla düşünmedi, kadının yüzüne kocaman bir gülümseme yayan o cümleler dudaklarından döküldü:
– Endişelenmene lüzum yok, ben elimden geleni yapacağım.

***

Ali’nin eşinden ve çocuğundan ayrılmadan önce yaşadığı semte gitmeye karar vermişti. Henüz gençken gidip ağabeyinin evinde kalır, sabahları işe gitmeden evvel oturup kahvaltı ederlerdi. Beraber içtikleri çayın tadı hala damağındaydı. Çok da değişmemişti evin çevresi, karşıya yapılmış çocuk parkı eskise de yerinde duruyordu. Sadece mahallenin aşağısındaki bakkal kapanmış, yerine kırtasiye dükkânı açılmıştı. Oraya doğru yürüdü. Kapıdan içeri girdiğinde hem şaşırdı hem mutlu oldu. Bakkalın sahibi Arif Bey birkaç arkadaşıyla sohbet ediyordu. Nihat’ı gördüğü ilk anda tanıyamadı, biraz yaklaştığında anıları gözünde canlandı ve sanki araya yıllar girmemiş gibi candan bir şekilde sarıldı. Yarım saat içinde sohbet koyulaşmış, çayların yerini kahveler almıştı. Neden sonra acı haberi vermek zorunda kaldı Nihat.  Arif Bey’in olanlardan haberi yoktu, gözleri nemlendi:
– Allah rahmetiyle muamele etsin, iyi adamdı.
Nihat dayanamayıp sordu:
– Karısından neden ayrılmak istedi Arif Bey, malumatınız var mı? Ben yurtdışında olduğumdan haberim yoktu. Doğruyu söyleyememişti, para mevzusu yüzünden Ali’yle yıllarca küs kaldıklarını, barışamadan ağabeyini toprağa verdiğini anlatmaya dili varmamıştı.
– O istemedi ki diye cevap verdi yaşlı adam. Şefika’yı bilirsin, biraz huysuzdur. Buraları da ezelden beri sevmezdi. Bir gün şiddetli bir kavgaya tutuşmuşlar, kadın kızıyla birkaç parça eşyasını alıp evi terk etmiş. Ali çok uğraştı ama Şefika’yı ikna edemedi. Elinde avucunda ne varsa gönderdi, iyi yaşasınlar istedi. Sonra o da buradan ayrılıp gitti.

Düşünceleri berraklaşmaya başlamıştı. Şefika’nın anlattıklarında bir tutarsızlık olduğunu hissetse de yaşananları bilmediği için itiraz edememişti. Şimdi taşlar yerine oturmuş, eksik kalan tüm parçalar tamamlanmıştı. Bir süre daha sohbet ettikten sonra müsaade isteyip ayrıldı. Bindiği otobüste de, dolmuşta da kafası hep aynı yerdeydi. Kararını vermiş, icraata dökmek için evine doğru gidiyordu. Kapıyı açıp içeriye girdiğinde ilk yaptığı şey bir kalem ve kâğıt bulmak oldu. Zihninde dolaşan kelimeleri bir türlü yazıya dökemiyordu. Nihayet kendini biraz zorlayarak birkaç cümle kurmayı başardı. Masanın arka tarafındaki dolabın üzerinde duran küçük kasanın şifresini girerek açtı ve içindeki paranın neredeyse tamamını alıp çok az bir miktarını bıraktı. Beyaz büyük bir zarfın içine önce parayı ardından notu koydu ve kapatıp üzerine adresi ekledi. Kalkmak üzereyken gözü kasada kalan paraya ilişti. Ani bir kararla yerinden kalkıp onları aldı ve cebine koydu. Masanın üzerindeki zarfı da alarak evden çıktı.

Adımları ne ileriye ne geriye gidiyordu. Olduğu yerde duruyormuş gibi bir hisse kapılmış, elindeki zarfın ağırlığıyla sendeliyordu. Doğru bir karar verdiğinden emindi. Onca sene ağabeyiyle küs kalmasına sebep olan dünyalık hırsların, paranın Ali’nin ölümünden sonra zerre kadar önemi yoktu. Ölmeseydi de olmayacaktı. Çünkü son zamanlarda yaşadıklarının muhasebesini bolca yapmaya başlamış, etraftan duyduklarıyla ağabeyinin zannettiği gibi kötü niyet taşımadığını anlamaya başlamıştı. Ama “olanla ölene çare yok” sözünün bizzat tanığı olmuş, hayallerine hasret kalarak kanından birisini toprağa vermişti. Şimdi tüm bunların sebebi diye gördüğü parayı elinden çıkarmak, fayda vereceğine inandığı bir yere teslim etmek içini bir nebze olsun rahatlatacaktı.

Düşüncelerine ara vermek zorunda olduğunu evin kapısına geldiğinde anladı. Zili çalarak beklemeye başladı. Kapıyı küçük bir kız açtı. Gözleri bir süre önce Nihat’ı görmüş olmanın verdiği heyecanla büyümüştü. Mutluluğu her halinden belliydi, sessizce bir süre baktıktan sonra arkasını dönüp içeriye koştu. Birkaç dakika sonrada Şefika kapıda göründü. Nihat’ı gördüğüne şaşırmamış gibiydi. Sahte bir nezaketle selamladı ve içeriye davet etti ancak Nihat kabul etmedi. Zarfı uzatıp:
– Bu sizin Şefika. Ağabeyimden bana kalan paranın neredeyse hepsi burada. Yeğenimin iyi bir hayat yaşaması için kullanacağını umuyorum, dedi.
Kadın duyduklarından memnun bir şekilde uzanıp zarfı aldı:
– Düşünceli bir insan olduğunu hep söylemişimdir, keşke Ali de senin gibi…
– Ağabeyimi karıştırma. Ben buraya onun emanetine bir parçada olsa faydam dokunsun diye geldim. Şimdi gitmem gerekiyor, Allah’a emanet olun.

Sözü fazla uzatmak istememişti. Şefika’nın yalanlarını dinlemeye daha fazla tahammülü olmadığından hızla vedalaşıp ayrılmıştı. Elleri ceplerinde sokakları arşınlarken ne yapacağına karar verememişe benziyordu. Biraz önce tanık olduğu sahne gözlerinin önünde tekrar tekrar canlanıyordu. Minik kız, Ali’den geriye kalan o küçük çocuğun kendisine bakışı aklından çıkmıyor, içindeki sıcaklık anbean artıyordu.  Bir ara geri dönmeyi düşünse de vazgeçti. Ama yeğenini görmeye gitmesi için aradan çok uzun zaman geçmeyecekti.

Dar sokaklardan yüksek binaların olduğu bir caddeye ulaştığında gözleri kamaştı. Gökyüzünü görebilmek için başını oldukça fazla kaldırması gerekiyordu. Bir tanesinin kapısının açık olduğunu ve içeri girip çıkanları görünce oraya yöneldi. Asansörü kullanarak binanın en üst katına oradan da terasına geçti. Etrafına bakındığında her şeyin ne kadar küçük kaldığını fark edip dünyanın önemsizliği hakkında birkaç cümle geçirdi içinden. Yollar neredeyse incecik bir kalem gibi görünüyordu. Korkmadan kenara yaklaştı ve bir kez daha baktı. Tam o sırada gözlüğünü çıkarmak için elini cebine attığında bir şeylerin varlığını hissetti. Avuçlarındaki para adeta kendisinin Nihat’a ait olmadığını haykırıyor bir an önce uçmak için sabırsızlanıyordu. Direnmedi. Yıllarca kalbini tutsak eden maddiyatın özgürlüğüne kavuşması gerekiyordu. Ellerini açtı ve gözlerinin önünde etrafa savrulduklarını izlemeye koyuldu…

Kara Fırın Çizim

– SON –