Mahcup bir edâyla baktı otuz yıllık dünya yârenine. Kaçıracak oldu bir an gözlerini, vazgeçti.
– Saliha, dedi. 
– Beş param yokken de kabul eder misin beni? Eve ekmek getiremesem de yine aynı gözlerle bekler misin camlarda? Saliha! Alamazsam sana o çiçekli entariyi, doğru söyle küser misin bana? Saliha! Tarayıp da saçlarını, beyaz yıldızları asar mısın yine tavana? Çıkarıp eski fotoğrafları sandıktan bir bir hatırlatır mısın yine? Gelinlikli fotoğraflarını gösterip gösterip der misin “Bak bu en sevdiğim.” diye? Saliha! Ya elim boş gelirsem eve? Geçen gül kurusu iplik istedin de getirmedim diye kızmıştın ya bana, getirmezsem, getiremezsem… Söyle doğruyu hele, yine çatar mısın keman kaşlarını efendine? Saliha! Korkarım, ya ceketimi bile almazsan artık omzumdan, ya kapıyı açıp da arkanı dönüp kaçarsan? Ya eski Saliha olmazsan?…
Söyle, beş parasız da sever misin beni?

Sustu Saliha başta, sonra yaşının söz geçiremediği ay yüzünü çevirdi, ona bakan bir çift endişeli göze. Bu sorularına bir cevap alamadan geceyi eden Mustafa sabah gözlerini açtığında, yanında Saliha yerine yastığın üzerine konulmuş bir parça katlanmış kağıt buldu. “Allah’ım güç ver bana.” diye geçirdi içinden. Varlığa alışmış hayat arkadaşı yokluğu çekmeyi göze alamayıp gitmiştir, diye düşündü. Titreye titreye başını kaldırdı yastıktan ve kağıda uzandı. Onda sevdiği yüzlerce şeyden biri olan, o alıştığı el yazısı…

“Ey Mustafa’m, iki gözüm,
Gün ışığım, can özüm,
Soframda olmasa da üzüm,
Değişmem seni iki parlak akçeye.

Bizim bura soğuk olur güzün,
Ziyan yok, yeter ki sen dökme yüzün,
Beni ateşten özge ısıtır iki gözün,
İki kara kömüre değişmem seni.

Varsın olmasın bir çift yazmam,
Eskise de çeyizlik aldan basmam,
Ben yine sana hürmeti bozmam,
Bir çiçekli entariye değişmem seni.

Dökmez olsun bağlar incir,
Sen için dökmezsen benim gönlüm incir,
Ey Mustafa’m, vurma yüreğime zincir,
Bir tas aşa değişmem seni.”

Hûmeyra