Yaşımın ve yaşamın yettiğince bakıp görmeyi kendime görev edindim. İnsanları, binaları, tabiatı, gökyüzünü.. Kısacası kainata dahil olan her şeyi gerçekten görmeyi istiyorum. Ama en çok insanlar ve insanlık kavramı ilgimi çekiyor. Özellikle gözlerde bulduğum duyguların, yaşanmışlıkların, mutlulukların, aşkın, sevginin, çoğu zaman özlemin ve acının içinde bulunmaya çalışıyorum ve görünmediği iddia edilen ruhun kanlı canlı gözlerden dışarıdaki hayatı yaşamasına şahit oluyorum. Çünkü biliyorum ki gözler insanın içinin dışına vurduğu kıyıdır ve yine gözler içte olanı dışa aktarmaya muktedirdir.
Seyretmeye çalıştığım iç alemlerde en çok bedenlerin ötesine bakmaya gayret ediyorum. Kimliklerinden uzaklaştırıp tek bir kimliğe indirgemeye çalışır gibi gözüksem de aslında onları yekte, olmaları gereken mertebede, insanlıkta yüceltmeyi hedefliyorum. Çünkü bu dünyaya geliş amacımızı unutmuş gibi yaşadığımızın farkındayım ve bu durum bizi sudan çıkmış şaşkın balıklardan farksız yapıyor. Yaratıcının emrettiği insan olmayı mesele haline çevirmiş yaratıklardan ibaretmişiz gibi geliyor. Geçmişte böyle miydi veyahut gelecekte de böyle mi olacak bilmiyorum fakat tek tipleşen yaşam algımızı daha aşağıya taşımaya gönül vermiş gibi gözüküyoruz dışarıdan bakınca. Ve insanları, kendilerini göstermeye çalıştıkları gibi değil oldukları gibi görmek hedefim.
Baktığım gözlerde çoğu zaman insan olmaktan öte bir telaş karşılıyor beni. İnsan olmayı küçümseyen edalar ve tanrısallaşmaya çalışan bir yığın insanla tanışıyorum. İşte kitle dediğimiz yığınları bu yalancı tanrılar ve tanrıçalar oluşturuyorlar. Gücün, paranın, iç güzelliğin ihtişamına kapılan üstüne bir de tapınan, maddeciliği doruklarda yaşamayı ibadet haline getirmiş beden ve ötesine tamamen yabancılaşan, kısacası ruhu yok sayıp sadece maddeden oluşmadığının farkında olmayan bir kitle karşılıyor beni gözlerde. Hepsinde ayırt etmeksizin aynı ifade: Acılı bir semptom. Karanlığın içinde ışığın da azıyla boğuşup ısrarla dibe göçen bir sürü genç, yaşlı. Adeta kaybolmuşluğun damgasıyla damgalanmışlar gibi bakıyorlar ve sizi de kendi acılarına sürüklemeye çalışır bir istek görünüyor gözlerinde. Çoğu şeyde kıskançmış gibi gözükseler de acıya benzer, kendilerini dibe çeken duyguya davetkar bir tavır takınıyorlar. En acısı ellerinden aydınlığa uzanmak gelmiyor. Yukarıdan da bir el imdatlarına yetişemiyor. Acı çekerek ve acıyarak tanrısallaşmaya çalıştığımız her olayın bizi daha aşağıya, hayvansallığa çektiğine tekrar tekrar şahit oluyorum.
Sekip durduğumuz bu iki mertebe arasında insanlıktan bîhaber “sözde insanlar” olarak yaşadığımızı farketmem insanlık arayışına itiyor beni. Yaşamaya meyilli olan iki üç cesetle birlikte yaşamayı öğrenmek… İzlemlediğim olayları sorguladığımda dikenlerle kaplı bir yol karşılıyor beni. Yaşamın insanlar için böyle de devam ettiğini anlıyorum. Ölümden korkmamız da belki bu yüzden. Yaşamanın ne demek olduğunu bilmeyişimiz, onun zıttı olan ölümü algılamamıza engel oluyor. Her ne şekilde olursa olsun ömrümüzün yettiğince nefes alıyoruz, her tanesine muhtaç olduğumuz havadan. Kuruluyuz saat gibi kurulmamız gereken zamanlara. Putlaştırdığımız kavramları zikrediyoruz ve tapılan olmak istiyoruz büyük bir kibirle. Ne var ki Firavun’un bütün çabalarına rağmen olamadığı gibi biz de olamıyoruz. Hedefimize koşarak ilerlemeye çalışsak da bir yanımız hep çukur. Çamura batmaktan kurtulamıyoruz. Çamura batmaktan veya çamurlaşmaktan. Oysa her gün beden süsümüzü takındığımız aynada yüz yüze geldiğimiz ama yüzleşmeye asla cesaretimizin olmadığı asıl sureti, cesetten ruha birleştirebilsek ve tanrının kulları olma ibadetine erişebilsek öteye kanat açabiliriz. Kim bilir, kendi bedenimizin ötesine kavuşup insan olma mertebesine eriştikten sonra başkalarının ten renklerinden, cinsiyetlerinden, ırklarından, kimlik olarak üzerilerine her ne verilmiş ve kabul edilmişse onlardan sıyrılıp, başkalarının içlerinin yansıması olan gözlerden bir yolculuğa çıkıp ve insanlığı bulup kuytusundan imtihan olduğumuz bu dünyaya fırlatabiliriz.
Beden ve ötesine, aynadan başladığımız yolculuk sayesinde, insanlığın olması gerektiği mertebeye ayak basmasına yardımcı olabiliriz. Beden ve ötesine. Kim bilir!
Feyza Ulutaş