İki doğunun ve iki batının Rabbi olan Allah-ü Teâlâ’ya hamd-ü senâlar olsun. Allah’ım! Dünyaya düşen yağmur taneleri miktarınca Rasûlullah’a (s.a.v) ve O’nun âline ve ashabına salât ve selâm olsun.

Silsile-i Nakşîbendiyye’nin reisi, tasavvuf erbabının sertâcı, Yûsuf Hemedânî (k.s) Hazretleri’nin dördüncü halifesi, gönüller sultanı Abdülhâlık-i Gucduvânî… (k.s)

Buhara’ya yakın bulunan Gucdüvân kasabasında fani âleme teşrif etmişlerdir. Neseb-i şerifleri, İmam Mâlik’e (k.s) dayanıyor olup, babası zahirî ve bâtınî ilimlere vakıf olan İmam Abdülcemil ismiyle maruf bir zât idi. Malatya’daki idarede sözü muteber olan Abdülcemil Hazretleri, Malatya emirinin kızıyla evlenmişti. Fakat Rum ve Şam beldelerinde meydana gelen hadiselerden dolayı Buhara’ya gelerek, Gucdüvân kasabasına yerleşti.

İmam Abdülcemil Hazretleri, aralarında manevi yakınlık rabıtası bulunan Hızır (a.s) ile müşerref oldukları bir vakit, Hızır (a.s) kendilerine bir oğlu olacağını müjdeleyerek ismini “Abdülhâlık” koymasını söylemiştir. Bunun üzerine Gucdüvân’da dünyaya gelen Abdülhâlık (k.s), ilk ilim tahsilini Buhara’da Şeyh Allâme Sadrüddin Efendi’nin rahle-i tedrisinde yapmıştır.

Bir gün, İmam Sadrüddin Hazretleri ile yaptığı bir tefsir dersinde Araf Sûresi’nin “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin…” mealindeki 55. ayet-i kerimeyi okuyorlardı. Bahsi geçen ayet-i celilede “yalvara yakara ve gizlice” dua etmenin hakikatini soran Abdülhâlık-i Gucdüvânî (k.s):
– Bir kimse zikrederken, diliyle zikretse veya bir âzâsını hareket ettirse başkasının bundan haberi olur. Kalbiyle zikretse “Muhakkak şeytan(ın vesvesesi), kanın (bedende) dolaştığı gibi insanın damarlarında dolaşır.” (müttefekun aleyh) hadis-i şerifinde buyrulduğu gibi şeytanın bundan haberi olur. Hâsılı hiçbir surette gizlilik tahakkuk etmiş olmaz, dedi. İmam Sadrüddin Hazretleri kendilerinden emin bir vaziyette buyurdular ki:
– Bu, ilm-i ledünnîdir. Allah-ü Teâlâ, bunu sana murad ettiği zaman, ehlullâhtan birini sana gönderir. Nasıl olduğunu ve hakikatini o sana öğretir.

Şeyh Allâme Sadrüddin Hazretleri’nin müjdesinden sonra Abdülhâlık-i Gucdüvânî (k.s) tasavvufî hayatın edeplerine büyük bir iştiyakla tutunarak, nefsine muhalefete devam etti ve Şeyh Allâme’nin müjdesiyle genç yaşta müşerref oldu. Şeyh Allâme Sadrüddin’in bahsettiği Allah dostu zât, Hızır (a.s) idi. Abdülhâlık-i Hazretleri’ni (k.s) manevi evlatlığa kabul ederek, ona kalbî zikri talim edip vukuf-i adediyi öğrettiler. Vukuf-i adedi, zikirde adede riayet etmektir. Zikrin sayısını saymaktan ziyade, neyi, nasıl zikrettiğini bilmektir. Zikir bilmek, müridin seyr-i sülûğunu hızlandırmasına vesile olur. Bu usulle zikr-i hafîyi  (gizli zikir) ilk icra eden ise, Hâce Hazretleri’dir.

Hâce Abdülhâlık-i Gucdüvânî Hazretleri’ne zikr-i hafîyi talim ettiren Hızır’ın (a.s) izlediği metot şu şekildedir:
Hızır (a.s), havuza girmesini emrettiği Hâce Hazretleri’ne (k.s) başı, suyun içindeyken kelime-i şehadeti tekrarlanmasını buyurmuştur. Havuzun içinde nefesini tutmak zorunda olan Hâce Hazretleri (k.s) dilini hareket ettirememiş ve böylece zikr-i hafîyi öğrenmiştir. Abdülhâlık-i Gucdüvânî (k.s) zikr-i hafînin vermiş olduğu iştiyak ile manevi âlemin güzellikleriyle müşerref olmuş ve gönül dünyası huzura gark olmuştur.

Hakikatte Hızır’ın (a.s) tedrisinden geçtiği için ‘Üveysi’ olan Hâce Abdülhâlık-i Gucdüvânî (k.s) , gene Hızır’ın (a.s) telkiniyle Yûsuf Hemedânî’ye (k.s) emanet olunmuştur. Bunun için Hâce Hazretleri (k.s) hakkında “Hızır (a.s) onun talim ve telkinde şeyhi, Yûsuf Hemedânî (k.s) ise sohbette şeyhidir.” buyrulmuştur. Hazret-i Abdülhâlık (k.s), Gavs Yûsuf Hemedânî’nin (k.s) sohbetine devam ederken, Gav Hazretleri “Hızır’ın (a.s) telkin ettiği emirleri ayniyle yapmaya devam et.”  buyurmuştur. Böylece Hâce Abdülhâlık-i Gucdüvânî (k.s) zikr-i hafîye devam ederek, nefsine muhalefet ile irfan sahibi bir veli haline gelmiştir. Hâce Hazretleri (k.s) yüksek mertebelere ulaşan velayet ve kerametleriyle manevi ikramlara mazhar olmuştur. Öyle ki, beş vakit namazı, Mekke’de kılıp gelir haldedir. Bu kerametler halkın dilinde yayılmaya başlamış ve Hâce Abdülhâlık-i Gucdüvânî’nin (k.s) dergâhına teveccühler azami ölçüde artmıştır.

Ayrıca ilk defa “Hâce” unvanı alan veli Abdülhâlık-i Gucdüvânî (k.s) olmuştur. Hâce, farsça bir kelime olup, “şeyh, evin büyüğü, hoca”  manasına gelmektedir. Abdülhâlık-i Gucdüvânî (k.s) bu unvanı aldıktan sonra, Mâverâünnehir şeyhlerine de “Hâce” denilmeye başlanmıştır. Bu unvanının ardından bu mübarek silsile “Hacegân Silsilesi” ismini almıştır.

Keşişin Tövbesi

Hâce Hazretleri (k.s), bir aşure günü sohbet buyurdukları esnada, zahid görünümlü bir genç, huzurlarına çıktı. Hâce Hazretleri (k.s), gence bir müddet nazar ettikten sonra genç ayağa kalkarak:
– Rasûlullah (s.a.v) “Kâmil müminin firâsetinden sakınınız. Zira o Allah-ü Teâlâ’ın nuruyla bakar.”² buyurdular. Bu hadis-i şerifin sırrı nedir, diye sordu. Hâce Abdülhâlık Hazretleri ise:
– Bu hadisin sırrı, belindeki zünnarı¹ kesmen ve Allah-u Teâlâ’ya iman etmendir, buyurdular. Genç:
– Zünnar kuşanmaktan Allah’a sığınırım, deyince Abdülhâlık Hazretleri (k.s) hizmetkârına gencin kıyafetlerini kontrol etmesini söyledi. Gencin hırkası açılınca zünnar göründü. O genç zünnarı kesip hemen Müslüman oldu. Bu mübarek olay üzerine Hâce Hazretleri (k.s):
– Dostlarım ve müridlerim! Bizler de zünnarı keselim ve tövbe edelim. Bu, ahdi yenilemektir. Bu gencin zahirî zünnari kestiği gibi biz de gurur ve kibirden ibaret olan bâtınî zünnarı keselim. Bu gencin, bugün affolunduğu gibi biz de mağfirete nâil olalım.
Bu sözler üzere müridlerde güzel haller yaşanmaya başladı.

Hızır (a.s.) ile

Hâce Abdullah Herevî Hazretleri “Reşehât” adlı eserinde, Hâce Abdülhâlık-i Gücdüvânî (k.s) ve Hızır (a.s) arasında geçen hadiseyi, Ali Ramitenî (k.s) Hazretleri’nden rivayetle şöyle aktarmıştır:

“Bir gün, Hızır (a.s) Hâce Abdülhâlık-i Gucdüvânî Hazretleri’nin yanına geldi. Hâce Hazretleri de ona, evinde bulunan arpa unundan yapılmış iki parça çörek ikram etti. Fakat Hızır (a.s) yemedi. Hâce Hazretleri (k.s) ‘Neden yemiyorsun? O helâldir.” diye sorunca, Hızır (a.s):
– Evet, fakat onun hamurunu hazırlayan kimse abdestsiz olarak hazırlamış. Bizim bunu yememiz helâl olmaz.”

Hâce Abdülhâlık-i Gucdüvânî, H. 575 (M. 1180) senesinde, Gucdüvân’da ahirete irtihal ettiler. Kabri şerifleri Özbekistan sınırları dâhilindeki Gucdüvân kasabasındadır. Abdülhâlık-i Gucdüvânî Hazretleri, kendisinden sonra dört büyük halife bıraktı. Bu zâtları isimleri; Şeyh Ahmed Sıddîk, Şeyh Evliyâ-yı Kebîr, Şeyh Süleyman Germinî ve Şeyh Ârif-i Rivgerî’dir. Hâcegân Silsilesi, Ârif-i Rivgerî’den (k.s.) devam etmiştir.

Eserleri ve Mübarek Sözleri

Şeyhi ve manevi babası olan Gavs-ı Âzam Yûsuf Hemedânî Hazretleri’nin (k.s) menkıbelerini naklettiği “Makâmât-ı Hemedânî” isimli eseriyle “Varidât” isminde hadis-i şerife dair Farsça bir eseri bulunmaktadır. Ayrıca manevi evladı Hâce Evliyâ-yı Kebîr (k.s) için  “Risâletü’l-Vasiyye fi Âdâbi’t-Tarika” isminde bir de risale yazmıştır. Hâce Hazretleri o risalede müridlerine ve evlatlarına nasihat ile şöyle buyurmuştur:

“Evladım! Sana her zaman ilim, edeb ve takva öğrenmeni tavsiye ederim. Ehl-i sünnet ve’l cemâatten ayrılma. Fıkıh ve hadis öğren. Câhil mutasavvıftan uzak dur. Namazları daima cemâatle kıl. Şöhretten sakın, çünkü şöhret âfettir. Kimseye kefil olma, insanların vasiyet mesuliyetini üzerine alma. Sultanlara ve sultan çocuklarına yakın olma. Az konuş, az ye, az uyu. Bid’atçılar ve kibirli zenginlerle arkadaş olma.

Helâlden ye, şüphelilerden sakın. Çok gülme. Zira çok gülmek kalbi öldürür. Kahkaha ile gülme. Herkese şefkatle bak, kimseyi hakir görme. Dışını süslemekle uğraşma. Çünkü zâhiri süslemek bâtının harab olduğunu bildirir. Halk ile mücadele etme. Kimseden bir şey isteme. Kimseye hizmet emretme. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) vârisi olan âlimlere malınla, bedeninle ve canınla hizmet et, onların fiillerini, yaptıklarını beğenmemezlik etme. Çünkü onların kusurlarını gören ebediyen iflâh olmaz. Dünyaya ve dünya ehline aldanma. Gözün yaşlı, amelin ihlâslı olsun. Allah-ü Teâlâ’ya yalvararak dua et.”

Hâce Abdülhâlık-i Gucdüvânî (k.s),Tarîk-i Nakşîbendiyye’deki terbiye ahkâmını da sistemleştirmiştir. Bu sisteme ‘kelamât-ı kudsiyye’ denir. Nakşîbendiye tarikatıyla Allah’a ulaşmayı dileyen her kişinin takip etmesi gereken sekiz esas kısaca şunlardır:

1. Hûş der-dem: Alınan hiçbir nefeste Allah’tan gafil olmamaktır. Sâlik, hiçbir vakit Allah’ın huzurunda olduğunu unutmamalıdır. Allah’ı bilerek alınan her nefeste, kalp canlı kalır ve Allah’a ulaşılır. Müridler, gaflete düşmekten kurtulamaz, bu yüzden sâlik, sık sık Allah’a tövbe etmeli. “Estağfirullah, estağfirullah..” demelidir..

2. Nazar ber-kadem: Yeryüzünde adımlarken bakışlarını ayaklardan ayırmamaktır. Çünkü sâlik, her zaman Hazret-i Peygamber’in (s.a.v) sünnetine uygun olarak yaşamalıdır. Ayrıca etrafa dikkat kesilen boş bakışlar, kalbin Allah’ı hatırlamasına engel olur ve insanı zikirden alıkoyar.

3. Sefer der-vatan: Beşeri sıfatlardan sıyrılıp ilahi sıfatlara benzemektir. Bu yola giren sâlik, nefsanî arzu ve isteklerinden en kısa sürede sıyrılmalı ve arınmalıdır. Şahsi ve şehevî isteklerinden vazgeçebilmelidir. Bu yol bir halden diğer hale, ama daha güzeline geçmek demektir. Tıpkı Hz. İbrahim’in (a.s) putperest olan bir halk arasında çıkıp Şam’a gitmek üzere hicret ederken “Ben Rabbime gidiyorum. O, bana doğru yolu gösterecek.” dediği gibi.
Bu yola giren sâlik evvela onu Allahâ’a ulaştıracak olan kâmil bir mürşid bulur. Onu bulunca yanında kalır, dergâhına hizmet eder. Mana yolculuğu bitene kadar bu hale devam eder. Mürşidinin yanında sabır terbiyesi görür.

4. Halvet der-encümen: Dışı halkla, içi Hak Teâlâ ile beraber olmaktır. Bu hal ikiye ayrılır:

Zahirde halvet: İnsanlardan ayrılıp bir köşede, mana âleminin güzelliklerini elde etmektir.
Bâtında halvet: İnsanlar arasında eziyet ve sıkıntılara katlanarak Hak Teâlâ ile beraber olmaktır. Nakşîbendiyye yolunun sâliklerden istediği bu haldir. Bu yolda gelecek her türlü sıkıntıda Allah’ı hatırlamalıdır. Çünkü bu yolun esası Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyyedir.

“Onlar, ne ticaret ne alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymadığı insanlardır.”³
Peygamber Efendimiz (s.a.v) de şöyle buyurmuştur: “İnsanların arasına karışan ve onların verdikleri eziyete dayanan bir mümin, insanların arasına çıkmayan ve onların eziyetlerine katlanmayan müminden daha hayırlıdır.”4

5. Yâdkerd: Allah’ı zikrederken kalple etmek ve devamlı zikir yapmaktır. Kalp ilahi huzuru buluncaya kadar her gün Allah’ı zikretmek gerekir.

6. Bâzgeşt: Zikirden geriye dönüş demektir. Allah’ı zikretmenin manası, kalpte tevhid sırlarını bulmaktır. Bu sebeple her zikrin sonunda şu sözü tekrar eder: “İlahi ente maksûdî ve rızâke matlûbî / Ey Allah’ım! Bu zikirden asıl maksadım sensin, tek istediğim ise senin rızandır.” Sâlik, zikrin sonun söylediği bu sözle beraber kendinde acizlik hisseder, Allah’ın yardımı olmadan onu zikretmenin asla mümkün olmayacağını anlar.

7. Nigâhdâşt: Meşguliyet verecek düşüncelerden kurtulmaktır. Bu yola giren sâlik kalbine gelecek her türlü düşünceden arınarak, yalnızca Allah’ı anmalıdır. Ebû Bekir-i Kettâni (k.s) şöyle buyurmaktadır: “Kırk sene kalbimin bekçiliğini yaptım. Onun içine bu süre içinde Allah’ın zâtından başka bir şey koymadım. Sonunda kalbimde öyle bir güzellik hâsıl oldu ki, artık Allah-ü Teâlâ’nın zâtından başka hiçbir şeyi kabul etmez oldu.

8. Yâddaşt: Allah’tan hiçbir vakit gafil olmamak ve zikrin nimeti olan manevi uyanıklık halini kaybetmemektir. Zikre devam eden sâlik daima Allah’ın huzurunda olduğunu bilmeli ve kalbini uyanık tutmalıdır.

Abdülhâlık-i Gucdüvânî (k.s)  kendisinden sonra dünyaya aydınlık saçacak olan Şâh-ı Nakşîbend’e (k.s) bâtınî âlemde gizli zikri teşvik etti. İşte o zaman Hacegân Silsilesi, Silsile-i Nakşîbendiyye adını aldı.

Allah-ü Teâlâ, bizleri kendilerinden ayırmasın, tasarruflarını üzerimizde daim kılsın ve cümlesinin makamını âli eylesin.

Kaynakça:
– Silsiletü’z-Zeheb Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyye – Fazilet Neşriyat, 2014
– Altın Silsile – Semerkand Yayınları
¹Zünnar: Hristiyan keşişlerin bellerine bağladığı bir tür kuşak.
² Sünen-i Tirmizî
³ Nur Sûresi, 24/37
İbn Mâce, Fiten, 23; Tirmizî, Kıyâmet, 55; Ahmed el-Müsned, 2/43; 5/365