İLİM AŞI
AK Şemseddin hazretlerinin halifesi olan İbrahim Tennuri’nin talebesi, Kanuni Sultan Süleyman Han’ın Şeyhülislamı Ahmed bin Mustafa. Kimine göre Hoca Çelebi, kimine göre ise Ebussud Efendi. Âlimler yetiştirmiş bir ilim yuvasında doğmak kendisine nasip olmuş ve ilmini en başta ilk mürşidi olan babasından almıştır. Babası Hünkâr şeyhi lakabını almış, her sohbetinde dergâhı dolup taşan bir âlim olup Hoca Sadeddin Efendi’nin; ‘’Sultanlar Şeyhi, Şeyhlerin Sultanı olmuş, herkesin gönlünü kazanmıştır.’’ iltifatına mazhar olmuş olan Yavsi Muhyiddin İskilibi’dir.
Tabiri caizse doğumundan itibaren ilim sütü ile beslenmiş, yaşı ilerledikçe babasından aldığı dersler ile kendisini geliştirmiş ve babasından icazet almıştır. Daha sonra ilmini Müeyyedzade Abdurrahman Efendi, Mevlana Seyyid Karamani, Müftiy-yüs Sakaleyn İbn-i Kemal Paşa gibi âlimlerden aldığı dersler ile pekiştirmiş ve onlardan da icazet alarak ilim tahsilini bitirmiştir.
Ebussuud Efendi kendisini ilim aşı ile besleyen annesine ve babasına olan vefasını onların kendisinin bu dereceye gelmesinde yapmış oldukları fedakârlıkları talebelerine göstermiş ve meftun bulundukları türbenin hemen yanına da cami ve medrese yaptırmıştır.
TAYİN YILLARI
İkinci Beyazıd Han döneminde hocası İbrahim Tennuri’nin vefat etmesinin ardından yerine geçmiş ve ilmini Osmanlı ahalisine vedahi ikinci Beyazıd Han’a nakşetmiştir. Ebussuud Efendinin sohbetlerinden oldukça haz alan ikinci Beyazıd Han kendilerine zaviye yaptırmış ve bu zaviyeyi vakfetmiştir.
Yavuz Sultan Selim Han döneminde ilk ataması Şeyhülislam İbn-i Kemal Paşa tarafından Çankırı Medresesine olmuş ancak Bursa’da bulunan İshak Paşa Medresesi müderrisi olan Şems Çelebi’nin vefat etmesi sonucu onun yerine tayin edilmiş ve görevini hakkıyla ifa etmiştir.
Yavuz Sultan Selim Han Şah İsmail’i ve Safevileri Anadoludan temizleyip Halifeliğin Osmanlı devletine geçmesine ve ilk Osmanlı halifesi olma şerefine nail olmuştur.
Osmanlı devletinde bu hadiseler yaşanırken Ebussuud Efendi de Bursa’da ki görevinden alınmış ve yaklaşık bir yıl sonra İstanbul Davud Paşa Medresesine tayin edilmiştir. İstanbul’da da çeşitli medreselerde görev almış ve birkaç sene sonra tekrar Bursa’ya tayin edilmiş ve çok sayıda âlim yetiştirmiştir.
İlmiye sınıfı basamaklarını hızlı adımlarla çıkma başarısı gösteren Ebussuud Efendi 1532’de önemli mevkilerden birisi olan Bursa Kadılığına ardından İstanbul kadılığına tayin edildi. İstanbul kadılığı yaptığı dönemde adli işlerin tamamına bakan Ebussuud Efendi bunun yanı sıra belediye reisliği, denetleme ve takip müesseselerinin tamamına ve bir kısım idari işlere bakıyordu. Yanında çalışan kâtipleri işlerini çok seri ve muntazam bir şekilde yürüten Ebussuud Efendinin hızına yetişemiyorlardı.
GÖRMÜŞ OLDUĞU RÜYA VE KADIASKERLİĞİ
Bu makamlarda başarılı olanlar teamüllere göre Anadolu kadıaskerliğine oradan sonrada Rumeli kadıaskerliğine tayin ediliyordu ancak Anadolu kadıaskerliği yerine bir kademe atlatılarak Rumeli kadıaskerliği görevine tayin edildi. Sekiz yıl bu görevi ifa etmesinin ardından şeyhülislamlık makamına tayin edildi.
Ebussuud Efendi kadıasker tayin edilmeden önce gördüğü bir rüyayı anlatır; ‘’Kadıasker olmadan 1 hafta önce rüyamda Fatih Sultan Mehmet Camii’nin mihrabında benim için bir seccade serilmiş olduğunu gördüm. Halka imam oldum ve sekiz rekât namaz kıldırdım. Bu rüyadan sonra kadıasker oldum. Meğer bu rüya kadıaskerlik görevinde sekiz yıl kalacağıma işaretmiş. Keşke kıldığım o sekiz rekâtlık ikindi namazı yerine yatsı namazı kılmış olsaydım.’’
İLK FETİH İLK NAMAZ
Kanunİ Sultan Süleyman Han Ebussud Efendi’yi çok sever ve ilmine çok değer verirdi. Bunun örneği olarak çıktığı seferlerde yanında götürmesi ve 1451 Budin zaferi ardından şehrin en büyük kilisesini camiye çevirmenin ardından ilk namazı Ebussuud Efendiye kıldırmıştır.
EN UZUN SÜRE GÖREV ALAN ŞEYHÜLİSLAM VE KANUNİ’NİN KABİR KISSASI
Osmanlı devlet tarihinde en uzun süre şeyhülislamlık yapmış olan Ebussuud Efendi Kanuni ve 2. Selim dönemlerinde toplam 30 yıl şeyhülislamlık yapmıştır. Bu vazife esnasında Kanuni Sultan Süleyman han yapacağı her iş için Ebussuud Efendiden fetva almıştır. Bir fetva hususunda âlimler arasında karar vermesi gerekse Ebussuud Efendi’nin verdiği fetvayı seçer ve onu uygulardı.
Bu husus ile ilgili bir de kıssa mevcuttur;
1566 yılında Kanuni Sultan Süleyman han ahirete irtihal edince cenazesi Süleymaniye camiine defnedildi. Bu defin esnasında kabrin içerisine bir sanduka konuluyordu ki Ebussuud Efendi hemen duruma müdahale ederek eşyaların cenazeyle birlikte gömülmesinin mümkün olmadığını söyledi. Bu ikazın ardından hazırda bulunanlar; ‘’Sultanımız vefatının ardından bu sandukanın da kendisi ile birlikte kabre konulmasını vasiyet ettiler’’ diyerek meseleye açıklık getirdiler. Bunun üzerine Ebussuud Efendi sandukanın açılmasını emretti. Sandukayı açtılar ve içerisi kâğıt doluydu. Kâğıtlara tek tek baktı ki altında kendisine ait mühür bulunan fetvalar. Bunun üzerine Ebussuud Efendi; ‘’Ey Süleyman! Sen kendini kurtardın ama biz ne yapacağız?’’ diyerek ağlamaya başladı. Buradan da anlaşıldığı üzere Sultan Süleyman yapacağı her işi şeyhülislamdan fetva alarak uygulamış ve o fetvaya göre hareket etmiştir. Delil olarakta bu fetvaların yanında gömülmesini vasiyet etmiştir.
DOSTA ŞİİR
Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatı Ebussuud Efendide derin bir üzüntüye sebep olmuştu. Bu üzüntü onun dilinden şu dizeleri dökmüştü;
‘’Yıldırım gürültüsü mü, yoksa İsrafil Sur’u mu?
Ki böyle doldu kıyamet sayhalarıyla yeryüzü.
Bundan her tarafa büyük bir korku isabet etti,
Bundan bütün insanlar Tûr’da ki helâk hadisesini tattı.’’
KIBRISIN FETHİ
Ebussuud Efendi Sultan İkinci Selim Han devrinde de Şeyhülislamlık yapmıştır. Vermiş olduğu fetvalar bu dönemde de öne çıkmıştır. Bunlardan belki de en önemlisi Kıbrıs’ın fethi için vermiş olduğu fetvadır. Venediklilerin yapılan anlaşmaları bozması, deniz yolları üzerinde hâkimiyet kurma çabası Osmanlıyı Kıbrıs’ı fethetmeye mecbur bırakmıştır. Sultan İkinci Selim Ebussuud Efendiden fetva alarak Kıbrıs üzerine hareket etmiş ve Kıbrıs’ı fethetmiştir.
ALİM KİŞİ EBUSSUUD EFENDİ
Ebussuud Efendi, Ehl-i Sünnet Vel Cemaat üzre yaşamış âlim bir kişiydi. Yakınlarına latife yapmaktan hoşlanan Ebussuud Efendi tatlı dilli, güler yüzlü oluşunun yanı sıra oldukça heybetli biriydi. Heybetli oluşundan meclisinde bulunanlar konuşamaz ve ondan çekinirlerdi. Halk ile ilişkileri oldukça güzeldi. İnsanların dertlerini dinler, onlarla meşgul olurdu. Evi ile saray arasında devamlı kullandığı yola ona hürmeten Ebussuud Caddesi adı verilmiştir.
CİNLER VE YAZILI MEDRESE KISSASI
Ebussuud Efendi Osmanlı devrinde yetişmiş en büyük âlimlerden biriydi. Sadece insanlar ile değil cinler ile de meşgul olan ve cinlere dahi fetva veren büyük bir zât idi.
Bir gün Eyüp Sultan’da medresede bulunduğu sırada bir grup cin yanına gelmiş ve kendisinden bazı hususlarda fetva istemişlerdi. Bu grup içerisinde bazı cinler soru sorarken bazıları da medresenin duvarlarına bir şeyler yazmaya başlamıştı. Cinlerin duvara yazı yazmaları sebebiyle medresenin adı ‘’Yazılı Medrese’’ olarak anılmaya başladı ve öyle devam etti. Aradan geçen zamanlarda yapılan tadilatlar esnasında duvarlara yapılan müdahalelerde (sıva, badana, boya) bu yazılar kaybolup gitti.
KANUN HÜKMÜNDE FETVALAR
Ebussuud Efendi’nin verdiği fetvalar oldukça yerinde ve adeta kanun hükmündeydi. Vermiş olduğu fetvaları ‘’Fetâvâ-i Ebussuud’’ adlı kitapta toplanmış ve gelecek nesillere ders mahiyetinde anlatılmış, verilecek fetvalarda istifade edilmiştir.
Ebussuud Efendi’ye o kadar çok sual sorulurdur ki bazı zamanlar sabah namazından ikindi namazına kadar sual cevapladığı olurdu. Öyle ki günde bin ila bin beş yüz arasında soru cevapladığı da rivayetler arasındadır.
KANUNİ SULTAN SÜLEYMANDAN EBUSSUUD EFENDİYE MEKTUP
Kendisine çokça hürmet eden Kanuni Sultan Süleyman bir gün yazmış olduğu mektup ile Ebussuud Efendiye saygı ve sevgisini dile getirmiştir.
Mektupta özetle şu dizeler yer almaktaydı;
‘’Halde haldaşım, sinde sindaşım, ahiret karındaşım, Molla Ebussuud Efendi hazretlerine sonsuz dualarımı bildirdikten sonra hâl ve hatırını sual ederim. Hazret-i Hak, gizli hazinelerinden tam bir kuvvet ve daime selamet müyesser eylesin! Allahü Teâlâ’nın ihsanı ile lütuflarınızdan niyaz olunur ki, mübarek vakitlerde, muhlislerinizi şerefli kalbinizden çıkarmayınız. Bizim için dua buyurunuz ki yere batasıca kâfirler hezimete uğrayıp, bütün İslam orduları mensur ve muzaffer olup, Aallahü Teâlâ’nın rızasına kavuşalar. Dualarınızı, yine dualarınızı bekleyen, Hak Teâlâ’nın kulu Süleyman-ı bi riyâ.’’
Ebussuud Efendi’nin yaşadığı dönem Osmanlı’nın en parlak dönemiydi. Öyle ki başında Kanuni Sultan Süleyman Han’ın bulundu bir devlet. İlimde Zenbilli Ali Efendi, İbn-i Kemal Paşa, İmam-ı Birgivi gibi âlimler, edebiyatta Fuzuli ve Baki, mimaride Mimar Sinan, tarihte Selanikli Mustafa, Nişancı Mehmet, coğrafyada Piri Reis, denizcilikte Hayrettin Paşa ve Turgut Reis gibi büyük isimlerin olduğu bir dönem. Şimdilerde tarih kitaplarında okuduğumuz bu isimler aynı dönemde yaşamış ve bugünlerimize ışık tutmuş Allah dostları, cihat âşıkları. Böyle bir devirde Dünyanın büyük bir kısmına adaletle hükmeden Osmanlının Şeyhülislamı Ebussuud Efendi idi. Tabiri caizse padişahların akıl hocalığını yapmış olan bu büyük zât’ın vermiş olduğu fetvalar ile ve Allah’ın izni ile Osmanlı en geniş topraklara bu devirde hâkim olmuştur.
ŞAİR KİŞİ
Ebussuud Efendi şeyhülislamlığın yanında şair bir kişiydi. Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazar, bu şiirlerinde fikir hâkim olup âlimane ve hakimane yazardı. Arapça şiirleri arasında en meşhuru ‘’Kaside-i Mimiyye’’ en meşhurudur. Bazı sorulara şiirle cevap verdiği de olmuştur.
Şiirlerine bir örnek;
‘’Âleme beyhude bakma, eyle im’an-ı nazar,
Sun’i üstâd-ı ezelde, nazar-ı ibret gibi.
Her biri zerrat-ı ekvânın lisan- hâl ile
Keşfeder, sırr-ı cihânı hâtik-i hikmet gibi.’’
SORULARA CEVAP VERİŞ ÜSLUBU
Arapçaya oldukça hâkim olan Ebussuud Efendi’ye bir gün şöyle bir soru soruldu;
Nüktedan birinin hazine manasına gelen ‘’Hızanetü’’ ve çanak manasına gelen ‘’Kas’atü’’ kelimesinin fetha ile mi yoksa kesre ile mi okunur diye sorduğu soruya; ‘’Lâ teftah-ül hızanete velâ teksırul-kas’ate’’ diye cevap verdi. Yani; ‘’Hazineyi açma, çanağı kırma’’ diyerek sanatkâr bir üslup ile cevap vermiştir.
MÜFESSİRLERİN HATİBİ, DÖRT MEZHEBİN ÂLİMİ
Tefsir ilminde de büyük bir âlim olan Ebussuud Efendi’ye ‘’Müfessirlerin hatibi’’ ünvanı verilmiştir. Keza fıkıh ilminde ki bilgisinden ötürü de kendisine ‘’ikinci Ebu Hanife’’ denilmiştir. İnsanların yanı sıra cinlere de fetva vermesinden dolayı ‘’cinlerin ve insanların müftisi’’ denilmiştir. İbn-i Kemal Paşadan sonra ‘’Muallim’i Sani’’ lakabıyla tanınmıştır. Tefsir ve Fıkıh ilmi dâhil birçok ilime hâkim olmasının yanı sıra 4 mezhebin fıkıh bilgilerine vakıftır. Bir dönem Hanefi mezhebinin de reisliğini yapmıştır.
SÜLEYMAN’DAN HAKKIN ALIR KARINCA
Kanuni Sultan Süleyman ile bir anı;
Güneşli bir gündü. Kanuni Sultan Süleyman devlet işlerinden vakit buldukça hava almak için has odadan bahçeye geçip denizi seyrediyor ve bahçede bir müddet dolaşıyordu. Bahçede dolaştığı sırada ağaçlardan birisini karıncaların sardığını, yapraklarının delik deşik olduğunu fark etti. Ağaçların ilaçlatılması emrini verecekti ki vicdanı buna dur dedi. Bu durumu fikirlerine, vermiş olduğu cevaplara değer verdiği kıymetli hocası, şeyhülislam Ebussuud Efendi’ye anlatmalı ve yapacağı şeyin caiz olup olmadığını sormalıydı. Hemen Ebussuud Efendi’nin odasına gitti ancak Ebussuud Efendi odasında yoktu. Oradan bir kâğıt alıp sorusunu şairane bir üslup ile kâğıda yazdı ve rahlenin üzerine bıraktı. Bir süre sonra odasına gelen Ebussuud Efendi rahlenin üzerindeki kâğıdı aldı ve üzerindeki şu dizeleri okumaya başladı;
‘’Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günahı var mı karıncayı kırınca?’’
Ebussuud Efendi’nin özelliklerinden biride sorulara aynı üslupla cevap vermesiydi. Bu şairane üsluba da şairane bir üslup ile cevap verdi ve kâğıdın alt kısmına cevabını yazıp kâğıdı rahlenin üzerine bıraktı ve odadan ayrıldı.
Bir süre sonra Kanuni Sultan Süleyman odaya tekrar döndü ancak hocası yine odasında değildi. Kâğıdı koyduğu rahleye yaklaştı ve yazdığı dizelerin altında cevap mahiyetinde bir şeyler yazdığını fark etti. Kâğıdı eline aldı ve okumaya başladı;
‘’Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.’’
Bu cevap üzerine karıncanın dahi hak talep edeceği ahirette hesabını veremeyeceği bir şeyi yapmak istemedi ve ağaçların ilaçlatılması emrinden vaz geçerek karıncalara dokunmadı.
ESERLERİ
Ebussuud Efendi İskilipte anne ve babası için yaptırdığı türbenin yanı sıra hizmet için birçok yapı inşa ettirmiştir. Türbe yakınlarına köprü yaptırmış, İstanbulda Eyüp civarına medrese, çeşme, hamam ve belkide bilinmeyen birçok eser.
AHİRETE İRTİHALİ VE BÂKİ’DEN BİR ŞİİR
İslam’a ve Osmanlıya büyük hizmetlerde bulunan Ebussuud Efendi 25 Ağustos 1574 (H.982) tarihinde 84 yaşında vefat etti. Bu vefat haberinin ardından İslam âlemi derin bir üzüntü yaşadı. Cenaze namazını Kadıasker Muhşi Sinan Efendi Fatih Camiinde kıldırdı ve Eyüp semtinde bulunan medresesinin bahçesine defnedildi. Cenaze namazında devrin âlimleri, vezirler, divan üyeleri ve halktan binlerce kişi hazır bulundu.
Ebussuud Efendi’nin talebelerinden ve devrin en meşhur şairlerinden olan Bâki Efendi Ebussuud Efendi’yi metheden şu dizeleri kaleme almıştır;
‘’Şer-i efâdıl-âfâk müft-i âlem.
Sipihr-i fazl-u-kemâl, âfitâb câh-ü-celâl.
İmâm-ı saff-ı-efâdıl, emir-i hayl-i kirâm.
Emin-i din-ü-düvel, hâce-i hüceste hısâl,
Ebû Hânife-i sâni Ebussuud ol kim,
Fezâil içre olupdur efâdıl ona ıyâl.’’
‘’Ün yapmış üstün ilim adamlarının başı ve müftüsü,
Kemal ve faziletin seması, güneş mertebeli ve güneş otoriteli.
Âlimlerin önderi, cömertler zümresinin başı.
Din ve devletin emniyeti, güzel huyların nümunesi.
İkinci Ebu Hanife denilen o Ebussuud ki,
Tam bir fazilet timsali, diğer âlimler onun çocukları.’’
TALEBELERİ
Ebussuud Efendi Osmanlı sultanlarından ikinci Selim, üçüncü Murat ve üçüncü Mehmed dönemlerinde ilim adamlarının birçoğunun hocasıdır. Bunlardan bazıları; şair Bâki Efendi, Abdülkâdir Şeyhi, Hoca Sa’deddin, Bostanzade Mehmed Sun’ullah Efendi, Hâce-i Sultan Atâullah ve niceleri…
MEŞHUR TEFSİR KİTABI
Ebussuud Efendi tefsir, fıkıh ve diğer ilimlerde pek çok eser yazmıştır. Eserleri arasında en meşhur olanı ‘’İrşâdü Akl-is Selim’’ isimli tefsiridir. Bu tefsiri yazarken kaynak olarak ‘’Keşşaf Tefsiri’’ ile İmam-ı Beydavi’nin ‘’Envâr-üt Tenzil’’ isimli eserlerinden istifade etmiş, kaynak olarak onları göstermiştir. Ebussuud Efendi’nin bu tefsiri günümüze kadar ulaşmış nadir eserlerdendir. Bu tefsir, Mısır’da Câmi’el-Ezher’de yıllarca ders olarak okutulmuş, talebeler bu kitaptan istifade etmiştir.
ÜMMETİMİN MÜFTİSİ OLSA GEREKTİR
Ebussuud Efendi, şeyhülislam olmasıyla ilgili bir rüyasını şöyle anlatmıştır: Henüz daha medresede talebe iken, bir gece rüyamda Zeyrek Camiine girdim. Cami çok kalabalık idi. Bu topluluk nedir? Dedim. Resul-i Ekrem Efendimizin divan-ı saadetleridir. Denildi. Hürmetle bir köşede oturdum. Önümde de o devrin müftisi İbn-i Kemal Paşa oturuyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v) mihrabda bulunuyordu. Sağ ve solunda Eshâb-ı Kiram Efendilerimiz edeble ayakta duruyorlardı. Resulullah Efendimizin (s.a.v) huzurunda da bir zat vardı. Kıyafetinden onu Arap zannetmiştim. Peygamber Efendimiz ile diz dize denilecek bir halde oturuyor ve konuşuyordu. Acaba bu zat kimdir ki Eshab-ı Kiram Efendilerimiz ayakta oldukları halde o Resulullah’ın huzurunda oturuyordu? Diyerek hayret ettim. Konuşmalarını dinledim; Peygamber Efendimiz (s.a.v) Arapça konuşuyorlar, o zat ise Farsça söylüyordu. Peygamber Efendimiz ona; ‘’Yâ Mevlânâ Cami, ben Arapça konuşuyorum, sende Arapça konuş.’’ Buyurunca Arap zannettiğim o zâtın Mevlânâ Abdurrahman Câmi olduğunu anladım. Mevlânâ Câmi, Peygamberimize; ‘’Yâ Resulallah! Bir hatamdan dolayı sizden özü dilemiştim. Acaba özrüm makbul olmadı mı? Dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ‘’Ne yolla itiraz etmiştin?’’ buyurunca şöyle dedi; ‘’Sizi methetmek için yazdığım bir kasidemde; ‘Onun sırrına eremiyorum, O Araptır, ben ise Acemim…’ demiştim.’’ Dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v); ‘’Beis yok, Farsça konuşmanda makbuldür’’ buyurdu. Sonra Peygamberimiz (s.a.v); Mevlânâ Câmiye hitaben; ‘’Şu oturan kimseyi bilir misin? ‘’ diyerek İbn-i Kemal Paşayı gösterdiler. Mevlânâ Câmi; ‘’Bilmem yâ Resulallah’’ dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ‘’O İbn-i Kemal Paşadır ve halen ümmetin müftisidir.’’ Buyurdular. Sonra da beni göstererek; ‘’Ya onun arkasında oturan şu kimseyi bilir misin?’’ buyurdular. Mevlânâ Câmi yine; ‘’ Bilmem Yâ Resulallah’’ dedi. Peygamber Efendimiz; ‘’O Ebussuud Bin Yavsi’dir. O da ümmetimin müftisi olsa gerektir.’’ Buyurdu. Bu sadık rüyadan tam otuz yıl sonra bu âcize fetva işleri vazifesi verildi.
RAHMET VE DUA İLE
Allah, Ebussuud Efendiden razı olsun. Ona, ailesine ve talebelerine rahmet eylesin. Devrimize de onun gibi yetişmiş nesiller nasip etsin inşaallah.