“Sevgilim, ne zaman gönlüme eğilip baksam durgun bir göle uzanıp bakmış gibi seni hep orada görürüm.” demek, aşk ehlinin virdidir. Peki ya biz, yeni bir sarsıntıyla çalkalanmaya hazır bulanık gönüllerimize ne zaman baksak görebiliyor muyuz Sevgili’yi, duru, temiz bir aşkla? Bir defa olsun, O’nun orda durmuşluğu alıkoyuyor mu başka sevdaları gönül odalarımıza sığdırma gayemizden? Tuhaf ve detaycı olmakla yaftalanmaktan korkmadan, bir kez olsun herkesin olağan karşıladığı gündelik bir haramdan kaçırıyor muyuz parmak uçlarımızı telaşla? Televizyonun düğmesinden, telefonun tuşlarından, izmaritin belinden, sevgilinin saçlarından içimiz titreyerek ve yüreğimizi dingin bir itaatle hakikatin önünde eğerek kaçırıyor muyuz parmak uçlarımızı? Neden gönül suyumuza yansımasını dökmekten usanmayan Yaradıcı’yı, kendi darlığımız kadar karanlık bir yalnızlığa gark olmadıkça anmıyor, hatırlamıyoruz?

Sahi, Sen hep oradaydın, kaburga kemiklerimin arasından canım burnumdan gelircesine devasa bir acıyla kırgınlıklarım akarken de oradaydın Allah’ım. Seni ve kudretini unutup dünyanın ılık ve kaygan mevzularında ben ürkekçe yol alırken de duyuyordun yüreğimdeki dünya sevgisini. Biliyordun, ölüme ve sorguya hazır olmayışımı lakin bu hazırlıksızlıkla geceleri uykusuz kalmayışımı da görüyordun basbaya. Dinliyordun; telaşlarımı eşe dosta anlatırken, huzursuzluklarımı omuzlarına koyduğum başımı okşayarak yatıştırmalarını beklerken, dinliyordun kesintisiz. “Hükmüme razı olmayan benden başka Rabb arasın!” diyordun belki ben şikayetlerimi avaz avaz ortalığa saçtığım vakit. Huzuruna gelmekten men etmediysen de gel demekten vazgeçmediysen de, ben daima başka hülyaların halılarında yürütüp duruyordum ayaklarımı. Gelsem kalmayı, kalsam sevmeyi, sevsem sadık kalmayı beceremiyordum; boynum hükmünden razıdır, dilersen vur ve acıt, dilersen tut ve doğrult kendi cemaline doğru onu, diyemiyordum içimden gele gele. Bir gece vakti, tüm telaşeleri elimin ve gönlümün tersine atıp yaslayamıyordum alın kağıdımı kader yazıma. Sana ram olmaya geldim, çağıldayan aşk sularından bir yudumla sarhoş olmaya geldim deyip kanatasıya bırakamıyordum şu taşlara gelesi başımı seccade ucunda.

Bugün beni ellerimden kendine asıl. Bugün, beni yaralarımdan sar ve beni gözyaşlarımla yıka. Bugün, bana şahdamarımdan daha yakın olan şu mesafeyi de yırt at ve senden gayrı herkesin ve kendi varlığımın dahi yokluğunu sineme vur, yürek camlarımı çatlat. Sen, hakikatin gölgelerinin gölgeleri olan şu şehadet aleminin bayağı derelerine düşürme aciz bedenimi. Beni günah lekeleriyle isli paslı, hiçbir yanından tutulmaz vaziyetle huzuruna getirme. Vazgeçmeme, yüreğimin hayırsıza meyline izin verme. Duama şahit ve ortak kılıyorum, ve o naif kimsenin sözleriyle yakarışımı sana arz ediyorum:

“Beni benden cüda kılsan
N’olur ya Rab, n’olur ya Rab?
Hak yoluna feda kılsan?
N’olur ya Rab, n’olur ya Rab?
Neyin noksan olur ya Rab?”

Yasemin Aybike Kavun