Az sayıda ağacın gölgelediği küçük fakat nizamlı bir bahçedeyim. Etrafımda, ekseriyeti askeri üniformalı ve koşuşturmalarından belli ki ehemmiyetli bir hazırlık içerisinde olan onlarca insan var. Yüzlerindeki ciddiyete ve aldıkları yüksek güvenlik tedbirlerine bakılacak olursa, mühim birini bekledikleri aşikar.
Az sonra ortalık biraz daha karışıyor ve sonra her şey aniden duruluyor. Herkes yerli yerinde şimdi. Nefesler tutulmuşken, uzaktan at nallarına karışan bir araba sesi duyuluyor. Gittikçe kuvvetlenen sesten sonra, kapıya pek güzel bir kupa yanaşıyor ve içinden evvela başında beyaz sarık, üzerinde simsiyah sade bir cübbeyle, sakalları ağarmış bir adam iniyor. Bahçede bekleyenlerde heyecan bir kat daha artıyor. Bu heyecanın asıl sebebini, şimdi arabadan dışarı adımını usulca atan adamı gördüğümde anlıyorum. Sırtında; koyu yeşil, dizlerine kadar inen ve üzerinde yalnızca tek bir nişanı gururla taşıyan ceketiyle sade üniforması, başında hafifçe yüksek kırmızı fesi, ellerinde beyaz eldivenleriyle Abdülhamid Han iniyor arabadan. Yumuşak bakışlarını, bahçede derin bir muhabbet ve heyecanla bekleyen kalabalıkta gezdiriyor evvela. Yanında Şeyh Zafir Efendi, ardında yaverleri olduğu halde tekkeye kadar, bastığı yeri dahi incitmeden usulca adımlıyor bahçeyi müşfik Sultan. Kendisi ana kapıdan, Şeyh Zafir Efendi ise hemen yanındaki kapıdan giriyorlar tekkeye. Ana kapı, diğerinden bir miktar daha önde bulunuyor. Abdülhamid Han, şeyhiyle aynı hizada bulunmayı dahi edebe mugayir gördüğünden, aynı anda içeri girdikleri halde şeyhinin kendisinden önde olmasını sağlayacak bir mimaride inşa ettirmiş tekkeyi.
Burası Ertuğrul Tekke Camii. 1887 yılında II. Abdülhamid Han tarafından, manevi hocası Şeyh Hamza Zafir Efendi için cami, misafirhane, türbe ve kütüphaneden müteşekkil bir külliye olarak yaptırılmış. İsmini ise, ibadetlerine tahsis edildiği Ertuğrul Alayı’ndan almakta.
Caminin bulunduğu arsa doğudan batıya doğru eğimli olduğundan istinat duvarlarıyla çevrili. Kıble doğrultusunda yer alan istinat duvarı arsayı iki sete ayırmakta ki, bunlardan yüksekte olanında cami ve tevhidhaneyi barındıran ana bina, aşağıda olanında ise türbe, kütüphane ve çeşme bulunmakta.
Cami ile tekke adeta birbirine bitişik iki bina gibi inşa edilmiş. Son cemaat yeri vazifesi gören ara mekana açılıyor ilk girdiğimiz kapı. Buradan hanımlar hemen karşıdaki merdivenle üst mahfile, beyler ise sol taraftaki kapıdan caminin dikdörtgen planlı asıl kısmına geçiş yapıyorlar. Bu dikdörtgen planlı kısmın ortasındaki sekiz adet kare kesitli ahşap sütun, üst mahfili ve mahfilin iç kısma bakan kafesli duvarlarını taşıyor. Bu sayede ortada, sekizgen şeklinde yükselen bir tevhidhane meydana geliyor. Bu tevhidhaneyi örten sekiz dilimli nefis bir de kubbe bulunmakta.
Kafeslerin sekiz köşesine ve mihrabın üst kısımlarına Allah-u Teala’nın, Efendimiz’in (s.a.v.), hulefâ-i râşidinin ve Efendimiz’in (s.a.v.) torunlarının mübarek ism-i şeriflerinin hattedildiği levhalar asılmış. Bu arada kafeslerle ilgili birkaç şey daha söylemek gerekirse; gül ağacından mamül olan kafesler, çok ince bir işçilikle bizzat Abdülhamid Han’ın ellerinden çıkmış.
Şimdi yüzümüz kıbleye dönük. Tam karşımızda göz alıcı güzellikleriyle mihrap ve minber bulunuyor. Mihrap ve minber, malzeme, tasarım ve süsleme bakımından pek mevzun. Mihrap nişinin içi, kordonlarla iki yana tutturulmuş püsküllü perdeler, ortada zincirlerle asılı kandil, tepede ay yıldız grubu ve yıldızlardan çıkan yaldızlı ışınlarla bezeli. Mihrabın hemen önünde durup başımızı kaldırdığımızda ise tavana işlenmiş olan beş köşeli bir yıldız gözümüze çarpıyor.
Mihrabın ve minberin hemen sol yanında o dönemin saray mobilyalarıyla aynı tarzda yapılmış olan vaaz kürsüsünü görüyoruz. Bu vaaz kürsüsü, cemaatin dağılımına göre kendi ekseni etrafında dönebilecek şekilde imal edilmiş. Ayrıca vaaz kürsüsü ile mihrap arasında bulunan çift kanatlı ahşap kapıdan hünkâr dairesine
geçebiliyoruz.
Üst kata, kadınlar mahfiline çıktığımızda ise bizi, toplamda beş adet, ahşap doğramalı ve demir parmaklıklı büyük pencerenin aydınlattığı geniş ve ferah bir mekan karşılıyor. Hemen sol taraftan tekkenin üst katına açılan bir kapı var fakat maalesef bugün kapalı tutuluyor.
Caminin bu kısmından çıkıp tekke kapısından giriş yapıyoruz şimdi de. Hemen karşımızda, sağlı sollu odaların arasında geniş bir merdiven peydah oluyor. Buradan üst kata çıkıyoruz. Daha evvel zikrettiğimiz gibi üst ve alt katlarda tekkeyi ve camiyi birleştiren kapılar bulunuyor. Fakat bugün hiçbiri kullanıma açık değil. Üst katta duvarları daha yoğun kalem işleriyle bezenmiş, yüksek pencereli ve yine pek aydınlık ve pek ferah odalar bulunuyor. Bu odalardan bir tanesi hayli küçük olmasına rağmen diğerlerinden çok daha fazla kıymet arz ediyor ki orası, Abdülhamid Han’ın itikaf odası. En fazla iki metrekare genişlikte bir oda burası ve sekizgen kafes yapısının bir kenarını teşkil ederek caminin iç kısmına bakıyor. Buradaki Abdülhamid Han kokan manevi havada saatlerinizi geçirmek işten bile değil!
Tekkenin restorasyonu tam manasıyla tamamlanmadığı için buradan erken ayrılıp türbeye geçiyoruz. Türbe, Mimar Raimondo D’Aronko tarafından barok üslupta inşa edilmiş. Aşağı kısımda bulunan türbe, kütüphane ve çeşme, yüksekteki ahşap ve kagir binalardan farklı bir görüntü çiziyorlar. Türbede Şeyh Hamza Zafir Efendi ile iki kardeşi Muhammed Zafir Efendi ve Beşir Zafir Efendi medfun bulunuyorlar. Şeyh Zafir Efendi’nin eşi ise hemen türbeyle kütüphane arasındaki açık alanda yatmakta. Türbeye girdiğiniz anda, caminin bulunduğu sokağın sessizliğinden de kaynaklanıyor olsa gerek, müthiş bir manevi havanın burada hakim olduğunu hissedebiliyorsunuz. Burada bir müddet kalıp dua etmek, Kur’an-ı Kerim okumak veya yalnızca tefekkürde bulunmak, buradaki manevi hazzı duymak için kâfîdir.
Türbeden de çıktıktan sonra caminin avlusunda bulunan şirin mi şirin kedi yavrularını sevip bu güzel mekana veda ediyoruz. Caminin bânisi cihan sultanı Abdülhamid Han’ın, camide emeği bulunanların, taş üzerine taş koyanların, secdegâhına baş koyanların, Serencebey yokuşundan çıkarken bir Fatiha da Şeyh Zafir Efendi için okuyanların ruhları şâd ola!
Ve Ertuğrul Tekke Camii’nden hatıralar…
Ayrılırken Bir Acayip Blog hatırası bırakmayı unuttuğumuz için hayli üzgünüz fakat tekrar gideceğimiz günü heyecanla bekliyor olacağız.