Sultân’ül ârifîn, burhân’ül muhakkikîn, halife bi’l Hak ve merci-i evtâd Ebâ Yezîd Tayfûr el-Bestâmî (k.s.) evliyanın ulularındandı. Muhabbet ateşinde, daima kurb ve heybet makamında bulunur, bedenini mücahedede, kalbini müşahedede tutardı. Mahrumiyet âleminde pişmişti, kemâli âşikâr, nazarı tesirli idi.

Bâyezîd-i Bestâmî Hazretleri (k.s.) H. 188 senesinde İran’ın Horasan eyaletinin Bistam kasabasında dünyayı teşrif buyurdular. Bâyezîd-i Bestâmi Hazretleri’nin asıl ismi Tayfûr, künyesi Ebû Yezîd’dir. Babasının ismi İsa olup, dedesi Şürûşân, evvelden Mecûsî iken daha sonra Müslüman olan bir İranlı idi. Bâyezîd Hazretleri’nin iki kız kardeşi ile beraber Âdem ve Ali isminde iki de erkek kardeşi vardı. Dini hassasiyeti son derece yüksek olan İsa b. Şürûşan ve ailesi âbid ve zâhid kimselerdi.

Bâyezîd-i Bestâmî (k.s.) Hazretleri’nin büyük bir zat olacağı henüz annesinin karnında iken anlaşılmıştı. Annesi “Ben oğlum Tayfûr’a hamile olduğumda şüpheli bir şey yesem, karnımda bir ağrı olur, o şüpheli şeyi kusup çıkarıncaya kadar devam ederdi.” demiştir. Bu sözün doğru olduğunun delili de şudur:

Bir gün Bâyezîd-i Bestâmî’ye sormuşlar:

– Bu yolda kişiye yaraşan nedir?
– Anadan doğma devlet (ve saadet).
– Şayet bu yoksa?
– (Hak’kı) gören bir göz.
– Bu da yoksa?
– (Hak) sesi işiten kulak.
– Bu da yoksa?
– Ansızın ölüm.

Âriflerin sultanı, işte o anadan doğma devlet ve saadet bahşedilen kimselerdendi.

Bâyezîd-i Bestâmî Hazretleri, tıpkı Ebû’l Hasan Harakânî, Abdülhâlık Gucduvânî, Şâh-ı Nakşîbendî, Muhammed Bakîbillah Hazretleri gibi Üveysî meşreptir. Tâbiinden Üveysî Karânî Hazretleri, Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) bizzat görmemiş, ancak Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ruhaniyetleri ile terbiye ve irşad olmuştur. Cismen beraber olmadığı halde üstazının ruhaniyeti ile terbiye olunan ve feyz alan bu gibi kimselere Üveysî Karânî Hazretleri’ne nisbetle “Üveysî” denir. Ebû Yezîd (k.s.) ise, doğumundan 40 sene evvel ahirete irtihal etmiş olan Câfer-i Sâdık (r.a.) Hazretleri’nin ruhaniyetinin rahle-i tedrisinden geçmiştir.

Annesine Hürmeti

İyiyi, kötüyü ayırt edebilecek yaşa geldiğinde Kur’an-ı Kerim öğrenmek için gittiği medresede Bâyezîd Hazretleri, bir gün Lokman Sûresi’nin “…Bana ve ana babana şükret…” mealindeki 14. ayet-i kerimesini okurken hocasından bu ayetin tefsirini istedi. Hocasının izahatı üzerine ayet-i kerimenin manası gönlüne tesir eden Tayfûr (k.s.), heyecan ve telaşla defterini bırakıp hocasından izin alarak annesinin yanına geldi. Annesi merakla “Evladım bugün erken geldin!” deyince “Evet! Bugün şu âyeti okudum. Fakat ben hem Allah’a, hem de sizlere şükretmeye takatimin yetmeyeceğini görüyorum. Ya Allah-u Teâlâ’dan senin hizmetinde bulunmamı iste veya Allah-u Teâlâ’nın hizmetinde bulunmam için beni serbest bırak.” dedi. Annesi üzüntü ve sevinçle beraber “Peki, seni Allah-u Teâlâ’ya hizmet için serbest bıraktım.” dedi.

Annesinden azatlı, Allah’ın kölesi Bâyezîd (k.s.), ilim tahsil etmek için Bistam’dan ayrılarak ömrünü Şam beldelerinde ve sair yerlerde ibadet, ilim ve zühd hayatıyla geçirdi. Bu esnada evliyâ-ı kirâmın büyüklerinden olan Ebû Hafs el-Haddâd, Yahyâ b. Muâz ve Şakîk-i Belhî Hazretleri ile irfan sofrasına oturdu.

Bâyezîd-i Bestâmî Hazretleri, bir gün Medine-i Münevvere’de Efendimiz’in (s.a.v.) kabr-i şeriflerini ziyarette bulunurken, annesini ziyaret etmesi emrolundu. Bu emir üzerine Bistam’a dönüp evlerinin kapısına geldi. İçeride abdest alan annesinin sesini duydu: “İlâhî! Evladımın halini güzel eyle, ibadet ve taatında muvaffak eyle. Gurbette onu muhafaza eyle. Meşayihin kalplerinin ondan memnun kıl.” Bâyezîd Hazretleri gözyaşları içinde kapıyı çaldı. Annesi “Kim o?” diye seslenince, “Garip oğlun.” dedi. Annesi hıçkırıklarla kapıyı açarak: “Ya Tayfûr, ayrılığına dayanamayıp ağlamaktan gözlerim zayıfladı; üzüntü ve sıkıntıdan belim büküldü. Allah’a hamdolsun ki seni bana kavuşturdu!”

Bâyezîd-i Bestâmî (k.s.) buyurdular ki: “Riyâzât, mücahedât ve gurbette aradığım Allah-u Teâlâ’nın rızasını anne rızasında buldum. Bir gece annem benden su istedi. Kalkıp baktım; ne bardakta ne de testide su vardı. Dışarı gidip su getirdim. Döndüğümde annem uyumuştu. Suyu bardağa doldurup elime aldım, uyanıncaya kadar bekledim. Bardağı elimde donduracak kadar şiddetli bir soğuk vardı. Nihayet annem uyandı, suyu verdim, içti ve bana dua etti. Anneme hizmetim ve onun duasının bereketiyle uzun zamandır aradığım Allah-u Teâlâ’nın rızasına kavuştum. Bütün amellerden sonra geldiğini zannettiğim anne rızasının, hepsinden üstün olduğunu anladım.”

Kıssa-i Hayatlarından

Bâyezîd-i Bestâmî (k.s.) Hazretleri, veli olduğu söylenen bir zatı ziyarete gitti. Onun mescide gitmek üzere evden çıktığı sırada kıble tarafına tükürdüğünü görünce ona selam dahi vermeden geri döndü ve “Rasûlullah’ın (s.a.v.) âdâbından bir âdâba riayet etmeyen, o hususta kendine güvenilmeyen kimseye, velilik iddiasında nasıl güvenilir!” buyurdu.

***

Biri Bâyezîd Hazretleri’ne gelip,
– Bana öyle bir şey bellet ki kurtuluşuma vesile olsun, dedi. Buyurdular ki:
– Şu iki cümleyi hatırında tut, ilim olarak bunu bilmen sana kâfidir: “Hak Teâlâ bana vâkıf olup yaptığım her şeyi görmektedir ve Allah’ın amelime ihtiyacı yoktur.”

***

Bir gün sufinin biri çıka geldi ve şeyhe sorular sormaya başladı:
– Hakk’a giden yol nasıldır?
– Sen yoldan kalktın mı ki Hakk’a erersin.

– O’na nasıl ulaşılır?
– Körlük, sağırlık ve dilsizlikle.

– Kiminle sohbet edelim?
– Hastalandığın zaman seni ziyarete gelen, kabahat işlediğin vakit nedametini kabul eden ve Hakk’ın sende var diye bildiği hiçbir şeyi kendisinden gizlemediğin kimse ile. Yani senin işlediğin günahları görüp o günahı kendi günahı addederek, hem kendisi tevbe eden hem de senin tevbe etmene vesile olan kimse.

– Âriflerin en büyük alâmeti nedir?
– Ârif oturup seninle yemek yer ama senden kaçar, senden satın alıp yine sana satar, kalbi, gece boyu kudsiyet hareminde üns yastığına konulmuş bir halde bulunur.

– Kişi, marifetin hakikatine ermiş olduğunu ne zaman bilir?
– Hakk’ın gözetimi altında fâni olup, nefis olmaksızın Hakk’ın sevgisiyle bâki olduğu vakit.

Sonra “Ey şeyh! Denizde gark olmuş olanın hali nice olur?” denilince,
– Halkı görme halinin veya iki cihan kaygısının bahis konusu olduğu bir yerde, lakırdı sergisi dürülür. (Orada Hak’tan söz edilmez.) Çünkü Allah’ı (c.c) tanımayanın dili lâl olur, dedi.

– Dervişlik nedir?
– Bir kimsenin, gönlünün bir köşesinde ayağı bir defineye düşer, onu ahiret rüsvalığına çağırırlar ve bu kimse burada “muhabbet” dedikleri bir cevher bulur, işte bu cevheri bulan derviştir.

– Bulduğunu neyle buldun?
– Dünya sebeplerini topladım, kanaat zincirime bağlayıp doğruluk mancınığına koydum, ümitsizlik (ve kimseden bir şey beklememe) denizine fırlattım!

***

Naklederler ki sefere çıkmak üzere olan bir mürid şeyhe,
– Bana tavsiyede bulunun, deyince buyurmuşlar ki:
– Sana üç haslet tavsiye ediyorum: Kötü huylu biriyle sohbet ettiğinde, onun kötü huyunu senin iyi huyun olarak kabul et ki selâmet ve afiyetle yaşayabilesin. Biri sana ikramda bulundu mu, önce Allah’a (c.c) sonra o şahsa teşekkür et. Çünkü onun kalbini senin için şefkatli kılan Cenâb-ı Hak’tır. Başın belaya girdi mi, hemen aczini itiraf edip imdat iste. Zira aksi halde sen sabredemezsin, Hak da aldırmaz!

***

Bâyezîd-i Bestâmi Hazretleri Hicaz’dan dönerken Hemedân şehrinden elbise boyamak için kullanılan usfur tohumu aldı. Bistam’a geldiğinde tohumların içinde karıncaların olduğunu gördü. Karıncalara şefkat ve merhametinden dolayı onları yuvalarından ayırmamak için karıncalarla beraber tohumları alıp tekrar Hemedân’a gitti ve tohumları aldığı yere iade etti.

Mübârek Sözlerinden

• “Farz nedir, sünnet nedir?” sorusuna cevaben, “Fariza, sohbet-i Mevlâ; sünnet, terk-i dünyadır.”

• “Ya olduğun gibi görün veya göründüğün gibi ol.”

• “İnsan ne vakit mütevazı olur?” diye soruldu. “Kendisi için bir makam ve manevi bir hal görmediği ve mahlûkat içinde de kendisinden daha kötü birini görmediği zaman.” buyurdular.

• “Kerâmet gösteren, hatta havada uçan birini görseniz, Allah-u Teâlâ’nın emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınmaktaki, hududunu muhafaza ve dinin hükümlerini yerine getirmekteki halini görmedikçe ona asla itibar etmeyin.”

• “Sana işlediğin günahın zarar verdiği gibi mümin kardeşini hakir ve küçük görmen de aynı şekilde zarar verir.”

• “Hakka vasıl olanlar, hürmete riayet ederek vasıl olmuşlardır. Kovulanlar da hürmeti terk ettikleri için kovulmuşlardır.”

• “Sana naz ediyor ve senden sana varıyorum! Yâ İlâhî! Kalplerde hatıralar olmak üzere senin ilhamın ne hoş! Verdiğin anlayışla hatıralar olmak üzere senin ilhamın ne hoş! Verdiğin anlayışla gayb âleminin yolunda yürüyüş ne tatlı! Ne muazzamdır o hal ki halk onu keşfedemez, diller onun vasfını bilmez ve bu kıssa sona ermez!”

Vefatı

Vefat ettiği gece Ebû Musa anlatıyor: “O gece bir rüya gördüm, arşı başımın üstünde koyup götürüyordum. Bu rüyaya taaccüp ettim. Rüyayı şeyhe tabi ettireyim, diye sabahtan yola düştüm. Şeyhin vefat ettiğini öğrendim. Etraftan, haddi hesabı olmayan bir kalabalık toplanmıştı. Cenazeyi omuza aldıklarında, bir köşesinden ben tutayım diye çabaladım ama hiçbir şekilde maksadıma ulaşamadım. Artık sabrım kalmadı. Gittim cenazenin altına girdim, başımı tabuta dayadım, bu suretle gidiyordum. Söz konusu rüyayı da unutmuştum, şeyhin,
– Yâ Ebû Musa! Akşam görmüş olduğun rüyanın tabiri işte budur. Rüyada başının üzerinde koymuş olduğun arş, Bâyezîd-i Bestâmî’nin (k.s) cenazesidir, dediğini duydum.

Bâyezîd-i Bestâmî Hazretleri (k.s.), 261 (M. 874) veya 264 (M. 877) senesinde ahirete irtihal ettiler. Kabr-i şeriflerinin muhtelif yerlerde olduğu söylense de en meşhuru Bistam’da olduğudur. Hatay’ın Kırıkhan ilçesi yakınlarında da makamının bulunduğu rivayet olunmaktadır.

Allah-u Teâlâ makamını âli, sevenlerini ve cümle müminleri şefaatlerine nail kılsın. 

Kaynakça:
– Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyye – Fazilet Neşriyat, 2014
– Altın Silsile – Semerkand Yayınları, 2015
– Tezkiret’ül Evliyâ, Feridüddin Attar – Semerkand Yayınları, 2015