İskender Pala, İstanbulcunun Sandığı ismini verdiği kitabında “Bosphoros” kelimesinin pek de bilinmeyen hikayesini şöyle anlatıyor:
“Boğaziçi’ne Bizanslılar Bosphoros derler. Bizim de, güya kültürlü görünmek isteyen görgüsüzlerimiz, bugün böyle diyor.
Bu ad, Yunanca “öküz” demek olan Boóς ile “geçit” anlamındaki póros sözcüğünden türemiştir. Yunan mitolojisine göre Finikeli kral İnekos, beraberindeki Mısırlı, Arap ve Finikelilerle birlikte Doğumdan Önce 1850 yıllarında, “Kuzey denizi” anlamına gelen Achkenas (Bizanslıların deyişiyle Pont-Euxin, Finikelilerin adlandırmasıyla Euxinos, bizim ifademizle Karadeniz) henüz bir göl iken, mora yarımadasına gelip tufandan sonraki depremde Boğazlar ortaya çıkınca bulunduğu adada Argolit adıyla bir devlet kurmuştu.
Yarı tanrı sayılan İnekos’un İyo adında bir kızı vardı. Zeus (Jüpiter) bu kıza âşık oldu. Karısı Hera (Jonon) bunu duyunca da İyo’yu bir buzağı biçimine sokup Achkenas‘ın Propontis‘e (Marmara) aktığı boğaza sakladı. Daha sonra Hera buzağıyı bulup hapsetmiş ve Argos’u başına bekçi dikmişti. Merkür adlı tanrı yüz gözlü Argos’u, kaval sesiyle uyutarak başını kesti ve İyo’yu kurtardı. Mitolojiye göre bunu haber alan Hera, İyo’ya bir karasinek musallat etmiş ve İyo sinekten kaçmak için Mısır’a sığınmıştır. Mısır tanrıçalarından olan İzis işte bu kadındır.”
Biz, pek de aşina olmadığımız bunca ismin hikayesini hayretle okurken İskender Pala, hikayenin sonuna nazar-ı dikkati celbedici şu notu düşer:
“Geceleri spiral bir fanusa hapsedilmiş yıldızları andıran bir ışık seline, müzikal bir büyü gibi insanı kuşatan Boğaziçi adı yerine “Öküz Geçidi” anlamına gelen Bosfor (Bosphoros) demeyi doğrusu ben bu kentin bir hemşehrisi olarak çok da zarif bulmuyorum.
Siz ne dersiniz?!..”